2 Eylül 2007 Pazar

Soğuk gezegenin sıcak tebessümlü prensesi: TEZER ÖZLÜ


Yaşam özlemini doyuracak bir olgu mümkün mü? Açlık , savaş, geri kalmışlık, ve inanılmaz haberlerle ilgili felaketleri kitleler, masal dinler gibi dinliyor. İşte böyle bir yaşam önümüzden geçip gidiyor. Sen kendi duvarlarının gerisine çekiliyorsun. O kendi duvarlarının gerisine çekiliyor. Bir başka kentte. Bir başka ülkede. Herkes bir başka dili konuşuyor. Yada anlamaya çalışıyor. Aynı dili konuşan iki kişi yok.

Denizlerle kumsallarla, rüzgârla, yeryüzü ve gökyüzü ile birlikte varoluşu derinden duyduğum an. Sonsuzluk. Varoluşun tüm zamanlarını uzlaştıran bu an iki insanın birleşmesindeki sonsuzluk özü olmalı insan yaşamının. Özü olmalı güneşin. Özü olmalı sevişmeyi duyan ve duyuran gücün. Bizi saran sıcaklığın. Soğuyan gecelerin. Ve gecelere bürüyen yıldızların. Akdeniz'in üzerini kaplayan mavi gökyüzünün özü olmalı bu birleşme. Bu ıslaklık. Sonsuza dek varan, yaşatan sonra yaşamı uzaklara, Akdeniz'in kıyılarda beyazlaşan dalgaları ya da yeşil durgunluğu gerisindeki ufuklara iten gücün. Bizi saran sıcaklığın. Soğuyan gecelerin. Ve geceleri bürüyen yıldızların. Ve dolunayın. Ve dolunayla birlikte uykusuz kalan insanların. Dolunayla birlikte uykusuz kalınan gecelerin soluk, sisli sabahlarında ölümü bekleyen insanların.

Çevreyi tanımlamak değil, duygularla yaşamak gerekir." Her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu, belirsizlikler arsında belirlemeye çalıştığımız yaşam gibi. Sevgi isteği, kendi kendine yaşamı, katlanma dileği kadar büyük. Kendi varoluşum. Her var oluş kendisiyle birlikte ölümü getirmiyor mu. Yaşamın, daha doğrusu yaşamın ortasında tüm özlemlerimin doyumsuz kaldığını nasılda algılıyorum. Ama artık yorulmaksızın aramak yok. Aranan yaşantılar arandı. Yaşandı. Bir kısmı gömüldü. Yeniden toprak oldu. Canlılıklarını duyduğum, canlılıklarını birlikte bölüştüğüm birtakım insanlar gitti. Onlar adına, onları da özlemek, onlar için özlemek,onlar için sevmek.
....

Karşısındakine bir şey anlatmak istese de, gene kendi gerçekliğini, bilmişliğini yada doğru algılayışını kanıtlamak için söylenen sözler. Doyum içinde ayrılacağımı sandığım bir yaşamda, zaman zaman algılıyorsun ki, hiç de doyumla ayrılmayacaksın. Hiç yaşanmamış gibi. Doymak mümkün mü?
...

Niçin bugün, yaşamın, tüm yaşamın önünden geçip gittiğini, artık ölümü beklemekten başka bir şey olmadığını, her gün gibi, bir kez daha anıyorsun. Yaşam, zamansız. Yaşamın hiç bir zamanı yok. Çocukluk, kadınlık, erkeklik, yaşlılık, yaşam, ölüm, sevgi sevgisizlik, doyum, doyumsuzluk, her şey iç içe. Akıl delilik, varlık boşluk,iç içe.

Acının derinliğinde, benim için arta kalan hiçbir şey yok. Yalnızlığımı algılamanın gururu bile." Kimseyle değil, ama yalnız kendi kendiyle kadın olan, kadın kalabilen insanı gözledim. İşte yeryüzü.

Gerisini düşünmeye gerek yok. Kent, gerisini düşündürmüyor. Zamanın duruşu ve çocukluğun korkularını anımsatan duvarlar. Ölü duvarlar, İnsanın soluğunu daraltan duvarlar. Duvarlar yaşamımızdaki mezarlar mı?


Her duvar insan üzerinde bir baskı. Büroların sigara kokan duvarları, evlerin bunaltıcı duvarları. Hastane duvarları, tımarhane duvarları, yoksul evlerin duvarları. Kentin duvarları sistemin duvarları. Aynı gökyüzünün dünyanın tüm ülkelerini kapsamasına olanak var mı, tüm yüzyılların, tüm özgürlüklerin, tüm savaşların, tüm cezaların tüm haksızlıkların, tüm yiyeceklerin tüm açlığın, tüm yoksuların ve tüm acıların hala varolduğu bu günün dünyası...
....
Ne yaşantıları ne de insan sıcaklığını arıyorum। Bugün, hem insan sıcaklığını, hem de sevgiyi yalnız kendi içimde taşıyorum. Yani sevgisizim. Ve soğuk. Kent resimlerini kendimle taşıyorum.


Bütün yolculuklarımın, yolculuklardan oluşan yaşamımın bütün insan resimlerini. Ya da sürekli kalışımın. Ardımda ne yaşayan, ne de ölen insan sevgisiyle. Tüm yaşantılarım genel bir insan sevgisine dönüştü. Ve ben orada duruyorum. Duygularımın genelliğinde...
Bomboş varolacağım. Kendi doluluğumun boşluğunda . Ve bir başıma. Ve bağımsız. Ovadaki yalnız ağaç gibi. Yaşlı ve büyük. Ve bağımsız. O vadide. O yamaçta. Başıma buyrukluğuma hayranım. Sayısız görüntülerden, uykusuz gecelerden, sayısız güneş ışınlarından, sayısız tren, uçak, otobüs ve gemi yolculuklarından, yürüyüşlerden arta kalan tek ओल्गुम


Tanıdığım tanımadığım sayısız insanla aramda geçen konuşmadan। Ülkelerden, sistemlerden, bürokrasiden, Demokrasiden, dünyanın tüm savaşlarından, tüm yönetimlerden, tüm polislerden, ve futbol takımlarından arta kalan yalnız kendi doluluğumun boşluğu. Artık gitmeyeceğim. Nereden geldiğim sorusunu yanıtlamak istemiyorum. Hiçbir yerden gelmiyorum. Kendimden başka. "Her nesneyi, her canlıyı, herhangi bir insanı,anlık bir görüntüyü yaşantıya dönüştürmeliyim.


Yaşamı büyütmek kendimce geliştirmek, derinleştirmek, genişletmek, rüzgarla estirmek, yağmurla yağdırmalıyım ta ki kendimi canlı veya cansız, doğmuş yada doğmamış tek bir nokta olarak görene dek। Ve kendi üzerimde kurduğum bu egemenlikle ölümü de büyütmek gerek. Yaşamım, ölümüm her yaşam, her aşk ve her ölüm olmalı. Yaşamın sonu hiçbir zaman bana ırak görünmedi. Her yüzde ,her solukta, her büyüyende her yaşlananda, her sarılmada, her sabahta gördüm yaşamın sonunu.


Çocukken bile, buğday tarlalarında, yaz gecesi mehtabında ve çocukluk gecelerinin derin karanlığında gördüm yaşamın sonunu, ama ben giderken, ben yada tren görünümlerin içinden, kentlerden, köylerden, tarlalardan dağ sıralarının önünden, ardından bir göl kıyısından, bir nehir yatağında ya da gri bir deniz yüzeyi boyunca ilerlerken, yol alırken, tanımadığım insanlar hızla gidiş yolunun aksi yönde yitip giderken, işte o zaman uzaklaştım yaşamın sonunda। Her gidenle gitmek istedim. Her yolculuğa çıkmak. Hiçbir yere gitmesem de, sürekli yolculuklarda olduğumu algılamakta geç kalmadım. Ama genç yaşlarda, henüz bana yaşamı yaşanır kılan bu duyguya varamadan önce, gidememek, derin, derin bir acıydı.



Karanlıkta hışırdayan yapraklar arasında tepeler beliriyordu. Günün tüm izleri, yamaçlar, ağaçlar, üzüm bağları, tepeler üzerinde renksiz ve ölüydü ve yaşam yalnız rüzgar, yalnız gökyüzü, yalnız yapraklar ve yalnız hiçti. Sevgilerimizi, duyguların yükseliş ve alçalış dalgalanmaları, kendi kendimize algıladığımız biçimde bir başka insana akıtmak istediğimizde tümüyle içimizde hapsetmiyor muyuz? Kim karşılıyor sevgileri. Bir ilişkinin başlangıcı, sürekliliği aynı zamanda en derin sınırlandırılması değil midir? Belki ancak ayrılık bir açıklık, bir derinlik kazanmıyor mu? Duygularımın karşıtını savunamam। Bir uzaklık kazanamam, yeniden kendi düşüncelerimin dünyasını bulmam gerek. Tek bir kişiden yoğunlaşan duygulardan her zaman kaçındım. Sonsuz sevmek isteğimi her zaman tüm insanlara, her insana dağıtma çabası gösterdim. Zaman zamanda herkesten nefret ettim. Kendi dışımda. Şimdi derinlemesine irdeleme gereken duyguların taşkınlığındayım. Sanki duygularımı kilometrelerle uzatıyorum, duygularımı yolların bitmezliğine dönüştürüyorum. Oysa sözcüklere dönüştürmem gereken duygular bunlar. Bu kişiler tek bir olguya varma çabası içindedirler:özgürlük olgusuna.


Çocuk, çıplak pencereden serin ve siyah tepedeki geceye bakıyordu ve gözleri önünde açılan bu görünümü şaşkınlıkla algılıyordu. Puslar üzerinde hareketsiz bir berraklık.

Toplumun akılla bağdaşmayan zincirleri karşısında, bireyin kazanmak istediği bağımsızlık olgusuna। Dünya nasıl olması gerekiyorsa öyle. Kendi kendini kurtaramayanı hiç kimse kurtaramaz. Her şey geçiyor. Hiçbir şey geçmese de. Çevreme bakıyorum. Ne var. Bildik siyah geceler. Bildik gri sabahlar. Bildik güneşin belirli ışığı Zaman zaman en büyük güzelliklerine bürünse de, ışıklar bizi şaşkına çevirse de... Hepiniz ne denli can sıkıcısınız....


sınırlar kadar hiç bir kısıtlamadan sıkılmadım ve kendi sınırlarımın içinde sınırsızlığımı kurdum. Hiç değilse de bana özgü bir sınırsızlık, kendi suskum, kendi çığlığımın sınırsızlığı. Kader diye bir şey yoktur,yalnız sınırlar vardır. En kötü yazgı , sınırları sabırla karşılamaktır. Karşı çıkmak gerekir. Hem karşı çıkıp, hem de sınırlarda yaşayan insan, yaşamı boyunca çıkmazından
sıyrılmayacak,huzursuzluk duyacak, ve ne yaşamdan hoşnut olacak, nede rahatlıkla ölebilecek। Yaşlandıkça ölüm korkusu büyüyecek. Başkalarının yanında kendini güçlü göstermeye yeltense de, yalnız kaldığında, hiç değilse kendi kendine yalan söylediğinin bilincine varacak. Bu bilince varsa o bile bir adım. Birçoğu yalan gerçek gibi algılayacak kadar sıyrılmış kişisel özgürlükten. Oysa insan, hem yaşamı, bize sunulan bu en yüce olguyu, hem de yaşam sonunda sonsuzluğa varmayı hak etmek zorunda. Yaşam, bu gelişmeye tüm kapılarını açan bir olgu.


Gelişigüzel geçip gidilecek bir varoluş değil insan varoluşu। Biçimlendirilecek, değiştirilecek, sınırsızlaştırılacak bir her şey. Kalıplardan kaçmak için gidiyorum. Gitmekten yılmayacağım. Yaşamı gitmek olarak algılıyorum. Temel sorun yalnızlık direncini yitirmemekte.


Ve hepsine haykırmak istiyorum। Onayladığınız yanıtlar yalnız bir yüzey, benim gerçeğimle bağdaşmayan bir yüzey. Ne düzenli bir iş, ne iyi bir konut, ne de başarılı bir birey olmak yada sayılmak benin gerçeğim değil. Bu kolay olgulara, siz bu düzeni böyle saptırdığınız için ben de eriştim. Hem de hiçbir çaba harcamadan. İstediğiniz düzene erişmek o denli kolay ki ... ama insanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını, aklını, varoluşunu verdiği iç dünyasının olgularının sizler için hiçbir değeri yok ki... Bırakıyorsun insan onları kendisiyle birlikte gömsün. Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla hiç bir bağdaşmayan yönüm yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum. Yaşamım boyunca içimi kemirdiniz. Evlerinizle okullarınızla, iş yerlerinizle. Hiçbir yerde değilim, hiçbir yerde olmayacağım. Hiçbir şeyi benimsemeyeceğim. Her toprak her insan ben değimiyim. Her insan kendi sevgisini taşımıyor mu? O halde ilişkileri bir tek insanda toplamak. Alışılagelmiş ilişkilerin dışına çıktığın an, insanı yadırgıyorlar. Toplumdışı bırakmak için tüm çabaları harcıyorlar.



Toplum dedikleri kitlenin bir aradaki dayanılmaz yabancılaşmasını sanki kimse algılamıyor। Aklımı ellerinizden kurtardım. Ben gökyüzümün altında, topraklarımın üzerinde olacağım toprakların dümdüz ve sonsuz ufku boyunsa sürekli gideceğim.


Kuralar doğrultusundaki bir yaşam yalnız ve yalnız durgunluktur। Çevremde olup bitenleri kavranması benimsenmesi olanaksız. İnsan yalnız kendi değer yargılarını benimsiyor. Ve bunlar genel yaşam yargılarından o denli başka ki॥ Uzun yıllar boyu bu yaşama karşıt yaşamı sürüklemek hiçte kolay değil. Hem kolay, hem de mümkün değil.


Yabancısı olmadığım tek bir olgu var। o da kendi varoluşum. Belki de tek mutluluğum bu. Tek bağlantım. Kendimi kavrayamazsam tüm varoluşum yitmiş demektir. Tek günah, insanın kendi yaptığını yaptığını kavrayamamasıdır. Duvarlarım gerisine dönmem gerek. Gökyüzü altındaki yaşam bana göre değil. Ben ve benim gibilerin tüm çevresinin gene kendi duvarları gerisi olduğunu anlıyorum. Kumsalımız ağaçlarımız, caddelerimiz, sevgilerimiz yalnız ve yalnız düşüncelerimizle sınırlı. Oysa ben tüm yaşamı gökyüzü altında bir tatil olarak görüyorum. Ve aynı anda her şey olmak: Kadın, erkek, çocuk, yetişkin, deniz, güneş, gece, sabah, korku, cesaret, sonsuzluk, sınırlılık, karanlık,bulut, seven, sevilen, giden, duran, anlayan,anlamayan, doğan, doğmamış olan, var olan ve var olmayan bir hiç.


Tüm yaşam diye düşünüyorum böyle sabahlarda, tüm yaşam güneş altında bir oyun। Birdenbire önüne açılan gecenin gökyüzü olduğunu kavradı Ve gözü ancak sabah ağarırken bir trende oturacağını ve yaz günleri altındaki topraklarda ilerleyeceği kadarını görüyordu. Bağımsız geçip gideceği, o görünmeyen insan duvarları gerisine her zaman için kapanacağını görüyordu. İşte sınır buydu ve tutukevinin tüm suskunluğunu hiçlikte yitti,gecede. Kimsenin beni nasıl karşıladığını hiç düşünmüyorum. Belki bencillik ediyorum ama artık bir yerde, ancak benim, kendimin herkesi ve her olguyu nasıl karşıladığım ilgilendiriyor beni. Her zaman yabancı insanlar bize dostlarımızdan daha çok sunan, veren kişiler. Öyleyse yaşamımızı neden yalnız yabancılar arasında geçirmiyoruz. Hiçbir beklenti olmadan, hiçbir yük olmadan yada insanın kendi kendine mutluluk dediği kısa anlardan yoksun. Tüm duyguların en güzeli duygusuzluk ki, insan tüm dünyayı ve tüm insanları kucaklayabileceği duygusuzluğun duygusu.






2 yorum:

Unknown dedi ki...

hayata bakış açımı değiştiren yazar
pavese ile birlikte

tekrar tekrar okunası gerek

Gizil dedi ki...

Lirik prensesten çok kirik bir filozof gibi. Annem tezer özlü babam Oruç Aruoba olsaydı...