31 Temmuz 2007 Salı

NİETZSCHE


*Gerçekten güzel bir kentte sürekli yaşanamaz, böyle bir kent, insanın bütün özlemlerini öldürür.

* Yalnız olmak öyle önemli ki, insan bunun için hep yeni yerler bulmak zorundadır.

*İnsan ancak sürgündeyken dünyanın ne kadar önemli bir bölümünün hep bir sürgünler dünyası olmuş olduğunu anlıyor.

*Evet kirli bir ırmaktır insan. Kirli bir ırmağı içine alması ve bozulmadan kalması için deniz olmalı kişi.
*Ben yaşamasını bilmeyenleri severim çünkü bunlardır karşıya geçenler.

*İnsanlar arasında yaşamayı hayvanlar arasında yaşamaktan daha tehlikeli buldum.

*Ben kulaklara göre bir ağız değilim.

*Düş gibi gelirdi bana dünyanın ve tanrının masalı.

Evet tanrı olsaydınız utanabilirdiniz giysilerinizden!..

Sezmekte ve susmakta usta olmalı.

Yalnızlığın bittiği yerde pazar yeri başlar. Pazar yerinin başladığı yerdeyse, büyük oyuncuların gürültülü ve ağılı sineklerin vızırtısı başlar... gösteri soytarılarıyla doludur pazar yeri!....

İnsanoğlu aktöre ve izleyici olarak ikiye parçalanır...

Duyunun arayışında verilenle yetiniyoruz...

dağın eteklerinde dans eden beden...

modern cehennem çemberi..

Jacques Brel


Kimi düşleri anlatamamanın, kimi özlemleri gerçekleştirememenin yorgunuydu. Yerleşikliği anlatıyordu çevresinde. Yıldızlara bakmayı istemiş, yıldızlara bakmayı zorlamıştı o gece. Bir kaçıştı yıldızlara bakmak, bir düşün yeniden çoğaltılmasıydı belki.

Yıllar öncesiydi.Bir savaşa girememişti mutluluk adına. Boğucu bir yerleşik olmuştu yaşadıkları. Kuşkulu bakışların acısını yaşamıştı yıllar önce. Uyumsuzluğun acılarını tanıyacaktı bir bir. Başkalığı yaşamıştı istese de istemese de. Sırtı dönük çıkmayı yeğlemişti fotoğraflarda. Yedi yaşında tanımıştı okulun sıkı düzenini. Yedi yaşında tanımıştı hiç değişmeyen o sıkı düzen biçimlerini. Yeni bir tutsaklığı
yaşayacaktı oralarda. Yıllar geçmişti. Tekdüzeliğe karşı yöneltilen bir silahtı müzik. Bir savaşım aracı bir kaçışa gidişti müzik. Müzikle bir düş dünyası yaratacaktı kendisine. Yıllar öncesiydi. Dağılır gibi olmuştu yaşam.
Daralır gibi olmuştu kimi günler ve geceler. Zaman geçiyordu ve değişen hiç bir şey olmamıştı tekdüzeliklerde. Günler tüketiliyordu tek düzeliklerde. İç dünyasının giderek kendini her geçen gün biraz daha çok hissedilen sıkıntıları vardı.
Yüreğin sesine her geçen gün biraz daha yabancılaşan, uzak kalan insan ilişkileri vardı. Yaşamak zor boyun eğilmesi yaşamak zor kabul edilensiydi geçen günler. Zaman geçecek ve her geçen gün biraz daha anlayacaktı değişmezliğin ve yerleşikliğin sıkıntıları. Umutlar, özlemler,hüzünler ve düş kırıklığıyla yaşanacaktı Yola çıkışların hüznü. Yepyeni bir güne ve yaşama doğmak. Pus. Yılların birikmiş özlemleri ardında koşmak. Denemek bir kez daha denemek.
O yüzler, o sabahlar, o tekdüzelikler. Bir yaşamın, bir yaşam biçiminin geride bırakılması. Pencereden bakar uzaklara takılır bakışları. Yıllardır umut etmişti yolculuğu, ayrılığı. İçinde kanayan bir yaradır geçmiş. Kendine bir hüzün kendine bir yalnızlıktır. Bir eksikliği gidermek içindi yola çıkış. Yerleşikliği seçmiş insanlar ölü gibiydiler. Evler,ayrılıklar ıslak sokaklar,bir bir geride bırakılan kasabalar. O yüzler, o sabahlar,o tekdüzelikler. Uyum sağlayamamıştı.
tekdüzeliğe. Bir savaşımı göze alıyordu. Zorlu tehlikeli bir savaşımı. Buruk bir hüzün kaplıyordu benliğini. Bir arayış olacaktı şarkı, uzun tehlikeli,ölümcül bir arayış. Bir bitme bir sonlamaya doğmuştur yolculuklar. Mutlu bir toplum adına geliştirilen arayışlar. Bir bozgunla dönülmüştür umut adına çıkılan seferlerde. Yeni bir yüzyıl daha başlıyordu. Kimi görüşler, inançlar adına öldürülmüş insanlar. Yüzyıl utançlarla yaşıyordu.
Yüzyıl acılarla yaşıyordu. Geleneklere karşı direnmeyi, savaşmayı göze almak hiçbir zaman bitmeyecek olan savaşım. Umut her düş kırıklığından sonra bir kez daha denenecektir. Savaşım yaşanmış hüsranlara karşı sürdürülür. Hazırlanmıştır her şey, benimsetilmeye hazırdır, toplumun yerleşik kuralları. Eziciliği vardır kanıksamaların. Gelenek ve göreneklerin bağlayıcılığı vardır. Aykırısı insanlar bu düzene kabul edilmeyeceklerdir. Boğuntulu yolları, boğuntulu yaşamları vardır çizgi dışı olanların. Bir aile olacaktır ilkin. Bir aile olacaktır kısıtlayıcılıklarıyla. Bir aile olacaktır
kapılarını kapalı tutuşlarıyla düş dünyalarına. O analar ve babalar, o başkaları, toplumun övünç toplumun güvenç kaynağıdırlar. Tutucu bir törenin savunucusu tutucu öğreticisi olacaklardır yaşamlarında. Duygular düşler öldürülmüştür bu ortamda. Anlaşılmamıştır incelikler. Bir hücredir aile, bir sürgün olmaktır kendi kendine, bir ölümdür bir uzun ölümdür yaşanılan.
Ne istediğini bilmeyen, ne için savaştığının bilincinde olmayan insanlar yetiştirecektir kuşaktan kuşağa. Hiçbir yere gidememektir ailede ölmek. Sıkıntılı ve hüzünlü bir dünyanın görüntüleri serilecektir. Bir uzağı bir bilinmede arayan çocukların gözleri önünde. Bir okul olacaktır sonra. Duygular bir kez daha yadsınmak istenecektir. Bencillikler savunulacak, bencillikler önerilecektir. Başarıya giden yolda hiç yer verilmeyecektir sevecenliklere. Belirlenmiş bir yaşam,belirlenmiş bir düzen içersinde yetiştirilecektir öğrenci. Duyarlılıklar öldürülecek hüzün yadsınacaktır.
Zorunlulukları yaşamak, zorunluluklara tutsak olmak vardır artık. Yerleşmişliği olacaktır artık o insanların. Başkalarının saygı duyduğu uğraşlar, başkalarının saygı duyduğu meslekler adına olacaktır. çalışmaları ve zorunluluklardan doğan acılar yaşanmaya başlanacaktır artık. İnsan olma adına hiç bir şey öğretilmeyen bu kasvetli yapılarda yaşanmaya başlanılacaktır. Değişmezliği seçmiş insanları yaratacaktır toplum. Yıllanmış bir dinsel törenin sapıklığında tanırız zamanla. Kısıtlayıcılıklarıyla ve engelleyicileriyle gelir din görüşü. Düşler bir kez daha öldürülecektir. Zorunluluklardan doğan acılar tekrar yaşanılacaktır.
Özlemlerinin peşinde koşanlar olacaktır. Düşlerini gerçekleştirememenin burukluğunu yaşayacaklardır. Bireyin özgürlüğünü, o küçük insanların yoğun yaşam karmaşasının altında ezilip kalmış insanlar olacaktır kimi şarkılarda. Kişiler toplumda,kişilikleri ve kendilerine özgülükleriyle değil, başarıları, ödülleri ve yaftalarıyla değerlendirilecektir. İki yüzlülük,bencillik tüm boyutlarıyla yaşanacaktır toplumun geneline. Savaşımı göze alan kahraman her geçen gün biraz daha duyum sanacak, her geçen gün biraz daha ayrımsayacaktır yalnızlığı. Bu uyumsuzluk anlatamayışı olacaktır yaşayacağı. Güçsüz ve tek başınadır çünkü; kendi kabuğundadır. Düşler sürekli olarak yaratılan düşler. Bir bir yıkılacak yeniden büyük dirençle yinelenen umutlar. Yeni bir gün
gelecektir. Yenilmezliği ve eziciliğiyle bir kez daha ayrım sanacaktır toplum.
Bir savaşımı göze almanın gereksizliği büyük bir sessizlik ve kızgınlıkla kabul edilecektir. Daha insancıl daha sevecen bir toplumu yaşayamamanın daha sevecen ve daha insancıl bir toplum oluşturulamayacak olmanın bilincine varılacaktır zamanla.
Toplumda kopmak bir çözüm,bir seçenek olarak belirecektir. Kaçışlar denenecektir,uzak yaşamların uzak özlemlerin umudu zorlanacaktır. Çok uzak bir dünyanın düşü kurulacaktır, bir çözüm bir seçenek olarak. Bir başka yalnızla yaşanmak, paylaşılmak istenilecektir. Gitmek gerekecektir bu yörelerden, boynu bükük gitmek gerekecektir artık.
"Her şeyi söyleyebilirsiniz, evet her bir başkasından öğrendiklerimizi başka şekillerde de olsa anlatabilirsiniz bir başkasına... Ama söylediğine sapına kadar inanmak ya da durup dururken ne olduğunu farkına varmak bambaşka bir meseledir. Orada insanın sınırlarını bilmesi ve bir boyun eğmişliği kabullenmesi yatar.Ama siz bunları yapamazsınız, bir dizi toplumsal anlaşmaya girmişsiniz çünkü, bundan sonrasıysa oyunculuk yeteneğinize bağlı. Çünkü rolünüzü iyi oynarsanız insan sarrafı bile sayılabilirsiniz

HERMAN HESSE


Huzurun ne olduğunu bilmeyen yalnız kurtlar büyük felaketlerle karşılaştıkları halde bitip tükenmeyen acılar çeken bu kurbanlar, boşluğun çağrısını bilmelerine rağmen bir türlü yıldızlı göğü delip geçemeyenler, geçseler dahi onun havasında boğulacaklarını bilenler, eğer ruhları yeterince kuvvetlenmemiş ve esnekleşmemişse mizah yoluyla bir uzlaşma, bir kaçış bulurlardı..

her insanın öyküsü önemli ve dünya durdukça yaşayacak tanrısal nitelik taşır,her insan yaşadığı ve doğanın istemini yerine getirdiği sürece olağanüstüdür. Her türlü dikkate ve ilgiye laiktir. Her insanda ruh bir ete, kemiğe bürünmüştür, her insanda bir canlı acı çeker, her insanda bir kurtarıcı çarmıha gerilir. Bir insanın ne olduğunu günümüzde bilenler fazla değildir. Pek çok kişi bunu sezmekte ve sezdiği için çabuk ölmeyi bilmektedir.

ALDOUS HUXLEY


Anlatılmayanı anlatmada sessizliğin ardından en yakın gelen müziktir- unutmamak gerekir ki, sessizlik tüm iyi müziğin ayrılmaz bir bölümüdür। Değişik bir biçimde, bir başka var olma düzeyinde müzik insanoğlunun en önemli, en anlatılmayan deneylerin kimine eş düşer।
Müziğin tuhaflığı tüm öteki sanatlarla bir ölçüde paylaştığı- yetkin tümler biçiminde deneylerini canlandırmasıdır. Her zaman duyduğumuz ama hiç bir zaman açıklayamadığımızı açık seçik ortaya koyduğu için sanatçıya, özellikle müzisyene, içten borçlu duyarız kendimizi.anlatıcı müziği dinlerken sanatçının özgün deneyimine ulaşamayız kuşkusuz- bizim ötemizdedir bu çünkü, müziği dinlemeden öncekinden daha iyi, daha tüm bir deneye ulaşırız. Anlatılmayanı anlatılmaması gerektiğinde, Shakespeare kalemini bırakıp müziğe dönmüştür. Ya müzikte başarısız kalırsa? Evet, işte o zaman sessizlik vardır hep sığınacak. Çünkü her zaman, her yerde sessizliktir arada kalan, sessizliktir her şeyin ötesi.
Yeni dünyada, dünyaya bilimin egemen olmasıyla insanlığın mutluluğu sağlanabileceği varsayımından yola çıkar। Bilimin doğum öncesinden başlayarak adım adım oluştuğunu, düzenlediği, mutlu toplumu bilimcilik üzerine kurulan bir dünya devletini anlatır। Dünya toplumundaki toplumsal mutluluk bireye mutluluk getiremeyecektir.


ne olduğunu bildiğini düşündüğümüz,hiç bir zaman olduğunu düşündüğümüz şey değildir.


"Fanatik, gizli bir şüphenin bedelini bilinçli bir şekilde ödeyen adamdır."

"Sizin evrende tek geliştirebileceğiniz nokta kendi kendinizdir."

"Ölümü son ana kadar takma, ve en son artık kaçmayacağın an geldiğinde bir morfin şırınga et ve komaya gir. Harikulade bir duyarlılık, ve insaniyet."

"Tamamen tutarlı olan insanlar ölülerdir."


"Fanatik, gizli bir şüphenin bedelini bilinçli bir şekilde ödeyen adamdır."

"Her insanın hafızası kendi literatürüdür."


"Trajediye katılırız, komediye ise sadece bakarız."

"Bir insan öğle yemeğinden önce karamsar bir determinist olabilirken, yemekten sonra özgür iradesinde iyimser bir insan olabilir."


"Sizin evrende tek geliştirebileceğiniz nokta kendi kendinizdir."

"Ölümü son ana kadar takma, ve en son artık kaçmayacağın an geldiğinde bir morfin şırınga et ve komaya gir. Harikulade bir duyarlılık, ve insaniyet."

"Tamamen tutarlı olan insanlar ölülerdir."

"Dünyayı değiştirmek istedim, ancak baktım ve emin oldum ki değiştirebileceğim tek şey kendimim."


ORTEGA Y. GASSET


"Yaşam değişimdir; her yeni anda daha önce olduğumuzdan farklıyızdır, dolaysıyla asla değişmez bir kesinlikle kendi kendimiz olamayız. Ancak ölüm, yeni bir değişikliğin önünü alınca, insanı bir daha değişmeyecek bir kesinlikle kendi kendisine dönüştürür, onu sonsuza değin hareketsiz bir figür yapar; demek oluyor ki onu değişmeden kurtarır ve sonsuzlaştırır.

Çevremdekilerin yaşamsal deneyimlerinin akışını izlerim. O deneyimler birbirini izlerler. O izleyişte zamandır. Öyle ki ötekinin yaşamının aktığını gördükçe, yaşamsal zamanın aktığını, geçtiğini, görür gibi olurum, çünkü saatler sayılıdır. Uzun var olma uğraşı boyunca, her insanın yaşamı bir evrensel yaşlanmanın gösterisini izler. İnsanoğlu, ister öteki olsun ister ben olayım, belirlenmiş ya da saptanmış bir varlık değildir.


Varlığı zaten var olma özgürlüğüdür. Bunun sonucunda, insan yaşadığı sürece her zaman o ana değin olduğundan farklı olabilir. Yaşamsal bilgimiz açıktır, dalgalanmaya bırakılmıştır, çünkü o bilginin konusu, yaşam, insanda zaten hep yeni olanaklara açık bir varlıktır. Hiç kuşkusuz, geçmişimiz ağırlığını üstümüzde duyurur, gelecekte şöyle olmaktansa böyle olmaya özendirir, ama bizi ne zincirler, ne sürükler. İnsan ancak öldüğünde varlığı belirlenir. "



6 Temmuz 2007 Cuma

NİLGÜN MARMARA



Kör bir olgudur zaman. Araya unutuşlar koyar. Oysa ne anlamı vardır, önce ya da sonra doğmanın/ölmenin. Yaşanan süreye anlamı ve anlamsızlığını veren insan, sözde inanmışsa, yılların bir önemi yoktur. İşte bu inançtır, zamanın ötesindeki bir dosta ulaşmanın heyecanı. Var olma ve yaratma eylemi serüveni? İnsanın ve şiirin gizemli kozmosunda arayış.

Belki de ulaşılan bir esrik alanıydı. Coşkuların var olmadığı biçimlenemediği bir alan. Belki de gitmek isteyip de gidemeyen yabancının yerleşikliğine karşın yaratılan ütopik bir alan. Kendi içine dönen, kendi içinde bulduğu yerleşikliğinde yabancılığında olmadığı gerçek ötesi bir durum. Nereye ulaşılacağını bilmeden bir
çığlık tüneli kazmak ...

ve suskuyu her şeyin karşısında öngörülmüş suskuyu. Çaresizliğin, direnemeyişin tükenişin suskusunu yazmak kalmıştı işaretleyicilere. Küçük insanların verili yaşamlar içersinde trajik oyunculuğu.

Soy dışı, gizli ve yabansı bir ayindi yaşanan. Yok olma tehditlerinin ortadan kalktığı, görece büyük bir güvenin ve huzurun yaratıldığı ve küçük insanlara sunulduğu bir ayin. Yapmamız gerekenler vardı, yapılmayanlar vardı görüp de sustuğumuz, bilip de söyleyemediklerimiz vardı.

Tükenişti. Varlığın tükendiği, çağın egemenlerine kurban edildiği anda, bir tek kişi sağ kalabilirdi o büyük cinnetin son noktasında. O ışığın özgürlüğün ve umudunda imleyeniydi. Bireyin yalnız olduğu, yalnızlığının karanlığında bir ışık aradığı, ışığın nerede ve nasıl bulunacağının ise bilinmediği yaşamda biricik ay ışığına yüklenen anlam.

yaşama ilişkin bir çok umudun da belirleyeni olabilirdi. Beden ölümünü planlamalı ve kesmeliydi soluğunu. Umutsuzluğun kara örtüsü sararken tini, teslim mi olacaktı? Yoksa umut elini bir yerde uzatıp benin direncini mi kutsayacaktı? Karanlığın sonundaki aydınlık, çığlık tünellerini kazanların olmalıydı. Bu bir direnişti. Zamanın sonsuz döngüsünde
gecenin ve günün, yaşamın ve ölümün, varlığın ve yokluğun, insanın önüne koyduğu onurlu bir direnişti.


Seslenmek ... bir dosta sesleniş.. insanın kendi sesine karşılık başka bir ses arayışı, kendi sesinin yankısını bulamazken, bir başka sese duyulan özlem... bütün kuşatılmışlıklar ve yitirilmişlikler içerisinde kendini bulmaya çalışan ben için, aramak genel bir durumdu. Aramak, neyi ve nasıl aradığını çoğu zaman bilmeden. Karmaşa içersinde belirsiz bir durum.

Bireyin özgürlüğünün ve geleceğe ilişkin tasarımların budandığı, yok edildiği bir durum. Aramak eyleminin belirleyeni olan yolculuk kavramı. Durağanlığın ve içselleştirilen çürümüşlüğün dışına çıkabilmek, dinamik ve yaratıcı olan beni bulabilmek için: gitmek.

beni yolculuğunu sürdürmek her koşulda. Her yolculuğun bir an kendine döneceği ve kapanacağını bilmenin acısıyla: gitmek...ve yitmek... başlangıcı ve sonu olmayan yalnızlığın kaçınılmazlığında. Çirkefe batmış yeryüzü, bir bataklığa lağım çukuruna dönüşmüş yeryüzü. Ve insan; bu çirkeften arınmanın yöntemini arayan insan bir çözüm bulabilecek miydi?

Yalnızlığın içersinde...asıl olan acıydı. Acı, bir varoluş biçimiydi. Bir varoluş durumuydu. Acıdan kaçınılmazdı. Acı her yerde vardı. Evrenin ve yaşamın özünde, bilinçte, duyguda ve bedende. Sevgilinin gözlerindeydi acı. Acı, varoluşsaldı. Acının varoluşa iliş kinliği, sevginin de ölümü imlemesini belirliyordu.

Efendinin ölçütleri dışında sevmek ölümü getirirdi. Verili yaşamlar içersinde sınırlandırılmış, kısıtlanmış sevgi, ölümdü. Ve aşk; ölümden önceki, kendisinin olmayan son sözleriydi zavallı benin. Çirkefe batmış, lağım çukuruna ya da bataklığa dönüşmüş, aslolanın acı olduğu, sınırlandırılmış sevgilerin ölümü imlediği bir yaşamda, her anlamı ve boyutuyla kuşatılmışlığın egemenliği kaçınılmazdı. Bütün yaşananların ve yaşanacak olanların.


belki de hiç 'in içeriği belirlenebilir... Ettiğin, toplumun, yasaların ve statükoların dayattığı verili ve kaçınılmaz olarak yaşanması gereken ve bu anlamıyla da varolma olmama çelişkisini belirleyen kara bir nokta: Hiç.

Kişisel, toplumsal, ekonomik, ettik ve yasal zorunluluklar aşklara da ket vurmaktadır. Her şey gibi aşklar da çürütülmektedir. Sevgi ve sevda sözleri çoktan unutulmuş, klişe diyaloglar ve ilişki form atlarını egemenliğini ilan etmiştir. Bir toplumda insanlar özgürce varoluşlarını gerçekleştiremiyor, düzeysizlik ve yozlaşma içerisinde tüm kötülüklerin kaynağını, mantığını kutsuyorsa, yüceltiyorsa aşk tükenmiştir artık.

JOHN ZERZAN


Anarşist ve sosyal bir eleştirmen olarak Zerzan, çalışmalarında insan üzerinde tahakküm kurma mekanizmalarının ne olduğunu, bu mekanizmaların tarihsel süreç içersinde nasıl meydana geldiğini araştırmaya çalışır.
Zerzan genel olarak uygarlığı, uygarlığın getirdiği yıkımı sembolik kültürü ve modern insanın içinde bulunduğu trajediyi sorgular.

Zerzan, yaşamımızın vazgeçilmez olgular olarak kabul ettiğimiz öğelere yeniden bakmamızı, bu olguların hayatımız üzerinde hakimiyeti nasıl kolaylaştırdığını görmemizi ister.
Yaşamımız ve insan üzerine hakimiyet ve tahakküm kuran zaman, sayılar, ve dil kavramları üzerinde durur.

Zerzana göre, tarım ve uygarlık öncesi yaşam, aslında aslında doğayla özdeşleşmenin, duygusal bilgeliğin, cinsel eşitliğin sağlığın hüküm sürdüğü bir yaşamdı. Bu durum iki buçuk milyon yıl süren bir zamanı kapsamaktadır. Fakat on bin yıl önce din adamları, rahipler, ve patronlar tarafından köleleştirilmeye başlandık. Uygarlıkla başlayan hayat özgür yaşamı yok etti. Önce doğa sonra da insanın ırzına geçildi.

Bugün insan oğlu yaşamını ve dünyamızı bir cehenneme çevirmiştir.
Dünyamızı bir yok oluşa sürükleyen insanoğlunun nasıl tehlikeli ve zararlı bir yaratığa dönüştüğünü araştırmaya çalışırken, insan oğlunun bilinen tarihinin arkasına sarkmaya çalışır. bunu yaparken de antropoloji ve arkeoloji alanlarındaki son yıllarda meydana gelen gelişme ve değişimlerden yararlanır.
Ona göre bugün insanoğlunun yaşadığı yoğun yabancılaşmasının temelinde evcilleşme, tarım, işbölümü, sanat zaman bilinci, dil yazı, sayı sistemi gibi bileşenlerin var olduğunu ifade eder.

Zerzana göre,Bugün gezegenimiz önemli tehlikelerle karşı karşıya bulunmakta çok ciddi krizlere doğru sürüklenmektedir.
İçinde bulunduğumuz global durum daha da kötüleşmekte toplumsal koşullar dayanılmaz bir hal almaktadır.

globalleşmeci kültür, yaşamı dehşet verici bir ölüm bölgesi haline getirmektedir.
Dünya üzerindeki hayvan ve bitki türleri hızla tükenmekte, ozon tabakasındaki delik gittikçe büyümekte, global ısınma artmakta, yağmur ormanları ortadan kalkmaktadır.

Dünyayı peşinden sürüklemeye çalışan sanayileşmiş batı toplumlarının yaşam alanları her geçen gün biraz daha hiper yabancılaşmaya doğru sürüklenmekte çok ciddi yıkım ve bunalımlar baş göstermektedir.

Yalnızlık, huzursuzluk, güvensizlik, saldırganlık, psikolojik sendromlar, gibi ruhsal sıkıntılar baş göstermiş, bu durum her geçen gün biraz daha katlanmaktadır.

Bireysel anlamda Mevcut kriz gittikçe kötüleşmekte, derinleşmekte toplumsal alan karşı konulmaz bir kötü yöne doğru gitmektedir.
Tekno sermaye her şeyi silip süpürmekte teknolojik yaşam kanser üretmeye devam etmektedir.

Günümüzün en saplantılı kavramlarından biri nasıl ki zaman denen maddi gerçeklik ise kendinden menkul zaman anlayışı da sosyal yaşamın ilk yalanı olmuştur.

İnsan doğadan kopmadan önce zaman diye bir şey yoktu. Bu can alcı şeyleşme zamanın başlangıcı, yani yabancılaşmanın ve tarihin başlangıcını teşkil eder. Topluluktan çıkıp uygarlığa varan akışın kendisi de zamana dayanmaktadır.
Zaman teknolojinin temel dili tahakkümün temel ruhudur.

Zamandan başlayarak tarihe,oradan ilerlemeye, ilerlemeden de ölümcül bir gelecek putperestliğine dönüşen bu akış günümüzde türleri dilleri, kültürleri ve neredeyse tüm doğal dünyayı öldürmektedir.”

YAŞAMA İLİŞKİN ÖNEMLİ NOTLAR




Tüm yaşam gökyüzü altında bir oyun.


Hayatımızın zenginliği unuttuğumuz çocukluk anılarımızda.


Çocuk olmak ve kalmak öylesine zor ki, bir o kadar da güzel!


Kaybı sonsuza dek kabullen!



Ruhsal dünyanın dehlizlerini araştır.


Haklı isyan dürtülerini koru.


Düşlerini yaşa


Teslim olma boyun eğme, direnebildiğin kadar diren. Bil ki kazanan sensin.


Her türlü onursuzluğu, aşağılanmışlığı ve saldırıyı kabullenme.


Her zaman için ince ruhlu ol, ruhunu incelt ve onu keskinleştir.


Yaşamsal enerjini öfkenin dehşetinden al.


Yüz düşün bir konuş.


Kendini sorgulamalara çek ve sıkı hesaplaşmalara gir.


Hastalıklı çağın hasta insanı olma.

Yaşamı sonsuz bir serüven ve arayış olarak düşün.


İçgüdülerini duygularınla besle ve içgüdülerine güven.


Gündelik hayatın sıradanlığını sefaletini, kokuşmuşluğunu, yanılsamalığını gör ve kendini bu tehlikelerden koru. Sıradan ve basit zevklerden arındır kendini.


Sokak köpeklerine, kedilerine iyi davran.


Pis kokular varsa ortalıklarda fazla dolaşma.

Kendi sesinle konuş, kendini kirli seslerden ve dillerden arındır.

Kendi kuralını koymadığın ve sana ait olmayan bir oyunun oyuncusu olma.

ARTHUR SCHOPENHAUER



Mutluluğumuz ve mutsuzluğumuz açısından son çözümlemede önemli olan bilincin ne ile doldurmuş ve meşgul etmiş olduğumuzdur.

ÇOK MUTSUZ OLMAMANIN EN GÜVENİLİR YOLU ÇOK MUTLU OLMAYI İSTEMEMEKTİR. ÇOK MUTSUZ OLMAK SON DERECE KOLAY”

“Taleplerini mümkün olduğunca alçak düzeyde tutmak mutsuzluktan kurtulmak için güvenilir bir yoldur.

MUTLULUĞU BARINDIRAN YAPI SAĞLAM OLMALI.

Tam bir sakınganlıkla yaşamak ve öz deneyimden onun içerdiği bütün dersleri çıkarmak için insanın sık sık geçmişi düşünmesi, yaşanılan, yapılan, öğrenilen ve de duyumsasan şeyleri yeniden gözden geçirmesi gerekir.

İSTENCİN UYARIMI NE DENLİAZ İSE ACI DA O DENLİ AZ OLUR.

Görme, etki ve temas alanlarımız ne denli dar ise o denli mutlu oluruz. Ne denli geniş ise o denli mutsuz ve ürkütülmüş duyumsarız. Geniş alanla birlikte kaygılar istekler, ürkünç şeyler çoğalır ve büyür.

KENDİNE YETMEK, KISACASI KENDİ OLMAK MUTLULUĞUMUZ İÇİNEN YARARLI NİTELİKTİR.

Kişi ancak kendi kendisiyle en yetkin ve uyum içerisinde olabilir. Yüreğin derin huzuru yetkin ruh dinginliği, sağlığın yanı sıra en büyük yeryüzü nimeti yalnızlıktır. Kişi eğer kendi özü büyük ve zengin ise, bu yoksul yeryüzünde karşılaşılabilecek en mutlu durumun tadını çıkartır.

YALNIZLIĞI SEVMEYEN ÖZGÜRLÜĞÜ SEVEMEZ. KİŞİ ANCAK YALNIZ OLDUĞUNDA ÖZGÜRDÜR.

Hemen hemen tüm acılarımız topluluktan kaynaklandığından mutluluğumuzun unsuru olan ruh dinginliğini her topluluk tehlikeye attığından, yalnızlık olmaksızın mutluluğumuzun sürmesi mümkün olmadığından, kişinin topluluğa ihtiyaç duymadan çok şeye bizzat kendisine sahip olması, başlı başına büyük bir mutluluktur.


Mutluluğumuzu ve mutsuzluğumuzu ilgilendiren her şeyde hayal gücümüzü dizginlemeliyiz. Gerçekleşmesi mümkün olmayan hayaller kurmamalıyız.

DÜNYAYLA BAŞA ÇIKABİLMEK İÇİN SAKINGANLIK VE HOŞGÖRÜYE İHTİYACIMIZ VARDIR.
MUTLULUK PEŞİNDEN KOŞUŞTURDUKÇA YİTİRİLEN BİR ŞEYDİR