6 Temmuz 2007 Cuma

NİLGÜN MARMARA



Kör bir olgudur zaman. Araya unutuşlar koyar. Oysa ne anlamı vardır, önce ya da sonra doğmanın/ölmenin. Yaşanan süreye anlamı ve anlamsızlığını veren insan, sözde inanmışsa, yılların bir önemi yoktur. İşte bu inançtır, zamanın ötesindeki bir dosta ulaşmanın heyecanı. Var olma ve yaratma eylemi serüveni? İnsanın ve şiirin gizemli kozmosunda arayış.

Belki de ulaşılan bir esrik alanıydı. Coşkuların var olmadığı biçimlenemediği bir alan. Belki de gitmek isteyip de gidemeyen yabancının yerleşikliğine karşın yaratılan ütopik bir alan. Kendi içine dönen, kendi içinde bulduğu yerleşikliğinde yabancılığında olmadığı gerçek ötesi bir durum. Nereye ulaşılacağını bilmeden bir
çığlık tüneli kazmak ...

ve suskuyu her şeyin karşısında öngörülmüş suskuyu. Çaresizliğin, direnemeyişin tükenişin suskusunu yazmak kalmıştı işaretleyicilere. Küçük insanların verili yaşamlar içersinde trajik oyunculuğu.

Soy dışı, gizli ve yabansı bir ayindi yaşanan. Yok olma tehditlerinin ortadan kalktığı, görece büyük bir güvenin ve huzurun yaratıldığı ve küçük insanlara sunulduğu bir ayin. Yapmamız gerekenler vardı, yapılmayanlar vardı görüp de sustuğumuz, bilip de söyleyemediklerimiz vardı.

Tükenişti. Varlığın tükendiği, çağın egemenlerine kurban edildiği anda, bir tek kişi sağ kalabilirdi o büyük cinnetin son noktasında. O ışığın özgürlüğün ve umudunda imleyeniydi. Bireyin yalnız olduğu, yalnızlığının karanlığında bir ışık aradığı, ışığın nerede ve nasıl bulunacağının ise bilinmediği yaşamda biricik ay ışığına yüklenen anlam.

yaşama ilişkin bir çok umudun da belirleyeni olabilirdi. Beden ölümünü planlamalı ve kesmeliydi soluğunu. Umutsuzluğun kara örtüsü sararken tini, teslim mi olacaktı? Yoksa umut elini bir yerde uzatıp benin direncini mi kutsayacaktı? Karanlığın sonundaki aydınlık, çığlık tünellerini kazanların olmalıydı. Bu bir direnişti. Zamanın sonsuz döngüsünde
gecenin ve günün, yaşamın ve ölümün, varlığın ve yokluğun, insanın önüne koyduğu onurlu bir direnişti.


Seslenmek ... bir dosta sesleniş.. insanın kendi sesine karşılık başka bir ses arayışı, kendi sesinin yankısını bulamazken, bir başka sese duyulan özlem... bütün kuşatılmışlıklar ve yitirilmişlikler içerisinde kendini bulmaya çalışan ben için, aramak genel bir durumdu. Aramak, neyi ve nasıl aradığını çoğu zaman bilmeden. Karmaşa içersinde belirsiz bir durum.

Bireyin özgürlüğünün ve geleceğe ilişkin tasarımların budandığı, yok edildiği bir durum. Aramak eyleminin belirleyeni olan yolculuk kavramı. Durağanlığın ve içselleştirilen çürümüşlüğün dışına çıkabilmek, dinamik ve yaratıcı olan beni bulabilmek için: gitmek.

beni yolculuğunu sürdürmek her koşulda. Her yolculuğun bir an kendine döneceği ve kapanacağını bilmenin acısıyla: gitmek...ve yitmek... başlangıcı ve sonu olmayan yalnızlığın kaçınılmazlığında. Çirkefe batmış yeryüzü, bir bataklığa lağım çukuruna dönüşmüş yeryüzü. Ve insan; bu çirkeften arınmanın yöntemini arayan insan bir çözüm bulabilecek miydi?

Yalnızlığın içersinde...asıl olan acıydı. Acı, bir varoluş biçimiydi. Bir varoluş durumuydu. Acıdan kaçınılmazdı. Acı her yerde vardı. Evrenin ve yaşamın özünde, bilinçte, duyguda ve bedende. Sevgilinin gözlerindeydi acı. Acı, varoluşsaldı. Acının varoluşa iliş kinliği, sevginin de ölümü imlemesini belirliyordu.

Efendinin ölçütleri dışında sevmek ölümü getirirdi. Verili yaşamlar içersinde sınırlandırılmış, kısıtlanmış sevgi, ölümdü. Ve aşk; ölümden önceki, kendisinin olmayan son sözleriydi zavallı benin. Çirkefe batmış, lağım çukuruna ya da bataklığa dönüşmüş, aslolanın acı olduğu, sınırlandırılmış sevgilerin ölümü imlediği bir yaşamda, her anlamı ve boyutuyla kuşatılmışlığın egemenliği kaçınılmazdı. Bütün yaşananların ve yaşanacak olanların.


belki de hiç 'in içeriği belirlenebilir... Ettiğin, toplumun, yasaların ve statükoların dayattığı verili ve kaçınılmaz olarak yaşanması gereken ve bu anlamıyla da varolma olmama çelişkisini belirleyen kara bir nokta: Hiç.

Kişisel, toplumsal, ekonomik, ettik ve yasal zorunluluklar aşklara da ket vurmaktadır. Her şey gibi aşklar da çürütülmektedir. Sevgi ve sevda sözleri çoktan unutulmuş, klişe diyaloglar ve ilişki form atlarını egemenliğini ilan etmiştir. Bir toplumda insanlar özgürce varoluşlarını gerçekleştiremiyor, düzeysizlik ve yozlaşma içerisinde tüm kötülüklerin kaynağını, mantığını kutsuyorsa, yüceltiyorsa aşk tükenmiştir artık.

Hiç yorum yok: