27 Ağustos 2007 Pazartesi

Teknoloji, Ne ola ki ?

Teknoloji, toplumsal ilişkiler bakımından güç ilişkileri açısından bakıldığında, paylaşımda eşitlemeye mi yoksa eşitsizliklerini artmasına mı yol açıyor?

Teknolojik değişim ve gelişmeler beraberinde yeni kültürel değerleri getirmektedir.

Modern tahakküm yalnızca kültürel araçlarla değil mikro teknikler olarak günlük hayatın her alanını denetleyen kontrol mekanizmaları geliştirmiştir.

Yeni döneme bilgi toplumu denilmekte ama gerçekte bilgi fakiri toplum yaratılmakta, bilgi bireylerin denetimleri dışında onlara hükmeden bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır.

Yeni dönemde teknoloji, yeni bir insan tipi üretmekte, toplumu tek tipleştirmekte, insani toplumsal ilişkilere zarar vermekte, bir önceki döneme göre muazzam tahakküm araçları geliştirmektedir. Özellikle yeni tahakküm araçları, kendisini en çok kitle iletişim ağlarında göstermektedir.


Teknoloji tarafsız değildir.
Teknoloji, akılcıl bir sistemdir.
Teknoloji, toplumsal ilişkileri yeniden düzenleme aracıdır.

Bilim ve teknoloji, merkezi otoritelerin (özel şirketlerin) yönetenlerin, toplum ve bireyler üzerinde tahakkümünü ve denetimini kolaylaştırmakta ve de pekiştirmektedir

Kapitalizmde geliştirilen teknolojinin, kapitalist yönetici sınıfın toplum be bireylerin hayatları üzerindeki kontrollerini devamlı kılmak ve arttırmak üzere geliştirilmiştir.

Sibernetik ve elektronik, bilginin daha önce bilinmeyen düzeylerde toplanması ve depolanmasını sağlıyor; giderek daha fazla yoksullaşan ve potansiyel olarak isyankarlaşan dünya nüfusunun çok daha fazla gözetlenmesini mümkün kılıyor.

Kontrol tam olarak, geliştirilen teknolojik sistemin içinde bulunuyor.

Teknoloji; Yönetici sınıfın çıkarları doğrultusunda yaratılmış; asla bizim gereksinim ve arzularımıza hizmet etmeyi amaçlamayan, aksine hakim düzenin kontrolünü daimi kılmayı ve çoğaltmayı amaçlayan özel bir araçtır.

Huxley, gelişmiş teknolojinin zengin ve güçlüleri daha da güçlendirdiğini yönetilenlerin üzerinde yeni otorite kurma ve daha gelişmiş kandırma araçlarını geliştirdiğini şu şekilde belirtmektedir: “ İlerleyen teknoloji “güçlü”leri daha da güçlendirmiştir; onlara yalnızca daha güçlü, daha yetkin zorlama ve sindirme araçları donatmakla kalmamış, ellerine bir de geçmiş hükümdarların buyruğundakilerle karşılaştırılmayacak ölçüde, kat kat üstün “inandırma ve kandırma araçları”nı bularak vermiştir.”

Madde, insanlığın hizmetinde olacakken, insanlık maddenin uğruna feda edilmiştir.
Bilimsel-teknolojik gelişmelerin sonucu olarak ortaya çıkan yeni değerler kapitalin ve malin tüketiminin ardından, ruhun tüketimini öngörmektedir. Zaten yaşam bulma şansı da buna bağlı olacaktır. Yani bütün dünya nimetlerinin, insanın hizmetine verildiği gerçeğinin tersyüz edilmiş şekli olarak, teknoloji karşısında çaresiz ve köle durumuna düşmüştür insan.
Bizlere mutluluk ve daha iyi bir yaşam getireceği talebiyle ortaya çıkan teknoloji, sonunda bizleri kendine mahkum ederek, kendi gerçeğimizden uzaklaştırdı.

Habermas, bilim ve teknolojinin doğaya hükmetmenin bir aracıyken zamanla bu durumun iktidarlarca insanların insanlar üzerinde tahakküm kurma aracına dönüştüğünü, iktidarların kendilerini teknoloji ile ölümsüzleştirdiğini, teknolojinin bireysel ve toplumsal özgürlüğü ortadan kaldırdığını ve totaliter bir rejime zemin hazırladığını vurgulamaktadır.

Marcuse’a göre ileri sanayi toplumunun en rahatsız edici yanlarından biri de; akıldışılığın akılsal karakteridir… Savurganlığı ihtiyaca ve yok etmeyi var etmeye çevirme yeteneği, bu uygarlığın nesne dünyayı insanın zihin ve bedeninin bir uzantısına dönüştüğünü düzey yabancılaşma kavramını kendisini sorgulanabilir kılmaktadır… Bireyi topluma bağlayan düzeneği kendisi değişmiş ve toplumsal denetim, üretmiş olduğu yeni ihtiyaçlarda demirlemiştir.

26 Ağustos 2007 Pazar

Sosyal Bir Sistem Olarak Kapitalizm


Kapitalizm, batı toplumların tarihsel koşullar içerisinde ortaya çıkmış, önce İngiltere’de sonra batı Avrupa ülkelerinde yayılmış bir toplumsal sistemdir. Bu sistemin öncelikle ekonomik ve ideolojik temelli vardır. Ortaya çıkışından günümüze kadar büyük değişimler yaşayan bu sistemin altyapısı toplumsal eşitsizliğe dayalıdır. Özünde değişmeyen şey: Bir tarafta yöneticiler, yönetenler (karar vericiler) yani zenginler, elitler, ezenler diğer tarafta yönetilenler, çalışanlar ( halk) yani yoksullar, ezilenler vardır. Yönetim anlayışında sözde bir demokrasi vardır. Gerçekte oligarşik (belirli azınlığın çoğunluğu yönettiği bir yönetim anlayışı) bir yapı vardır. Hukuk, siyasal ve sosyal yapı, güçlünün, zengin elitlerin çıkarına göre düzenlenmiştir.Bu sistemde tüm özgürlükler paraya bağlanmıştır. Kısacası paranız kadar özgürlüğünüz vardır.


Kapitalizmin tarihini, gelişimini, ekonomik ve politik anlayışına bakıp incelediğimizde günümüzdeki var olan pek çok toplumsal sorunun kaynağında bu sistemden kaynaklandığı görülmektedir.Kapitalizmi anlamadan, geçmişini bilmeden, günümüzdeki insanlar arasında kitleler arasında, devletlerarasındaki çatışmayı ve savaşları anlayamayız. Çünkü bu sistem insanı merkeze koymayan hep sömüren bir sistemdir. Günümüze kadar gelişip yayılması varlığını devam ettirmişse bunu kullandığı zoraki şiddete borçludur. Bunun için vahşi kapitalizm denilmektedir.Kapitalizm’in günümüzde kendisini toplumsal alanda yeniden yapılandırdığı araçların başında medya gelmektedir.


Medya aracılığıyla toplumun her alanı kontrol altında tutulmaktadır. Medya, insanların ilgisini ve dikkatini çeken her şeyle ilgilenir. Bunlar genelde insanlara haz veren şeylerdir. Eğlence oyun, seks, yiyecekler, giyecekler, oyuncaklar, mutluluk acı, umut vb. Hangi dili konuşuyorsanız, hangi renktenseniz, hangi dindenseniz sistemein medyası o olur ve sizinle ustaca ilişkiye girer.Medya gücünü bilimsel ve teknolojik gelişmelerden aldığı gibi insan doğasına ait bilgilerden de almaktadır.



Günümüzde, modern savaşların araçları değişmiştir. Eskiden tank ve toplarla yapılan savaşların yerini teknoloji ve iletişim savaşları almaktadır. Televizyon ve Internet yeni savaş teknolojisinin en önemli önde gelen araçlardır. Bu araçlarla milyonlarca insan kan dökülmeden tutsak edilmekte ve esir alınabilmektedir.


Kitle iletişim araçlarının egemenlerin güçlülerin çıkarına endeksli gelişimi, insanoğluna zarar veren bir noktaya taşınmıştır. Bugün toplumsal alanda nükleer savaşlardan daha etkili ekonomik ve psikolojik bir savaş hüküm sürmektedir. Bilgi çağında yaşıyoruz ama bilgi gücünü zenginler kitlelerin üzerinde tahakküm aracı olarak en iyi şekilde kullanmaktadır. Zenginler zenginliklerinin kaynağı olarak gördükleri yığınların kontrolünü ellerinde tutma arzusu, onlara egemen olama ve hükmetme arzusunu psikolojik savaş yöntemleriyle gerçekleştirmeyi sürdürmektedir.


Toplumsal sistem içinde alt sınıf insanların sayısı her geçen gün artmakta alt sınıf inanları yaşadıkları sosyal sorunların kaynağını ve düşmanını artık tanımamaktadır. Elit zengin sınıfı büyük bir dayanışma içerisinde örgütlenirken yönetilen kitleler din, milliyetçilik, etnik yapı gibi nedenlerle birbirine düşmüştür.Kitle iletişimi araçları, kapitalist toplumsal sistemde çoğunlukla egemen sınıfın lehine işlemekte, bu araçlar sömürü sisteminin bir ürünü olmakta ve egemen güçlerin güçlerine güç katan bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.

kısa film

COME and SEE fiminden

19 Ağustos 2007 Pazar

KÜRESELLEŞME NEDİR ?


Küreselleşme;

-Dünya için tasarlanan dev bir projedir.

Küreselleşmenin amacı;

-Devasal şirketleri daha da güçlendirerek, dünyanın yönetimini belirli bir gücün,grubun, elittin denetimine sunmak.
-Güç ve zenginliğin birkaç kişinin elinde toplanıp seçkinler oligarşisini yaratarak, birkaç kişinin çıkarı pahasına(süper zenginlerin) dünyanın her yerinde kitlelerin yoksullaştırmak, farklı coğrafyaların kültürlerini yağmak.

Ticaret kültürünü ve ruhunu yaymak, buna direnen her türlü gücü ve oluşumu ortadan kaldırmak.

Ticari piyasaları kullanılarak, dünya uluslarının yer altı kaynaklarını, zenginliğini çok uluslu dev şirketlere sıcak para transferi akıtmak.

-Yaşamın bütün alanlarının birbirinin içine sokup kolonileştirmek, insanları belirlenmiş yaşam alanlarında yaşamaya zorlamak,
yeryüzünün duyarsızca yağmalamak.

Gezegene inanılmaz oranlarda atık ve zehir bırakmak.

insanoğlunu geliştirmiş teknolojiyi (iletişim araçlar, medya,internet) insana tahakküm kurmak için kullanmak.

Dünyaki insan nüfusunu biyo -kimyasal yöntemlerle belirli bir sayıya indirerek etkili ve denetimi yönetimi sağlamak.

İnsanın tinsel dünyasını ortadan kaldırmak.

Doğaya hükmetmek, doğanın dengesini bozmak, birçok hayvan ve bitki türünün ortadan kalkmasına neden olmak .


Paraya ve mallara tapan bir toplum yaratmak

Alışveriş manyağı insanlar üretmek

Savaşlar çıkartılarak, insanoğlu birbirine kırdırılarak, bunun üzerinden ekonomik ve politik çıkar elde etmek.

Küreselleşme, ekonomik bir terördür. Sonucunda insanlara getirdiği-getireceği şey yıkımdır. Küreselleşmenin mağdurları dünyanın fakir insanlarıdır. Kapitalist sermayedarlar, bugün dünyayı küresel bir toplama kampına dönüştürme çabası içerisindedirler. Bunun sonucu kitlesel kıyımlar ve yıkımlar olacaktır. Aynı şekilde ticaret özgürlüğü, serbest piyasa terimleri küresel bir terördür. Globalleşen dünyada büyük şirketlerin gücü karşısında insanlar güçsüzleşecek, zenginler zenginliklerine güç katacak, fakirler sefaletin içinde yuvarlanacaklardır. Haksızlık yasal bir kural haline gelecek, yüce insanlık değerleri değersiz bir hale gelecektir. Adaletsizlik eşitsizlik, yoksulluk zalim baskılar diz boyu artacaktır.
Küreselleşme, kültürel düzeyde bir asimilasyon ve talan politikasıdır.
Küreselleşme dünya devletlerinin haritasının değişmesidir.
Küreselleşmeyi dünyadaki kapitalizmin egemenliğini pekiştiren bir olgu olarak düşünmek gerekir.

18 Ağustos 2007 Cumartesi

KİTLELERİN TANRISI: TELEVİZYON

İnsanların hayatın gerçekliğine, doğaya, topluma yabancılaşmasına,

Toplum içindeki bireylerin kendi kendilerine yabancılaşmasına,

Bireyler arasında şiddetin ve saldırganlığın daha da yaygınlaşmasına,

Toplumsal olayların oluşumunu, provake ve manipule etmesine,

Savaşların oluşumuna ve desteklenmesine zemin hazırlamasına,

Psikolojik sorunlarının artmasına ve bunların toplumsal sorun haline gelmesine

Tekilleşme ve toplumsal duyarsızlaşmaya,

Çıkarcılığın, güvensizliğin ve kuşkuculuğun artmasına,

İnsanların adalet kavramına olan güvenlerinin yitirilmesine,

Toplumda ahlaki dejenerasyonun meşrulaşmasına,

Toplumsal ve kültürel değerlerin (din, milliyetçilik, ailesel değerler gibi), bireylerin üzerinde, sömürü malzemesi olarak kullanılmasına,

Şiddet, seks ve cinselliğin aşırı imajinasyonla ön plana çıkartılarak, sömürü ve tüketim malzemesi haline getirilmesine,

Bireylerin, duygu ve düşünce dünyalarına müdahale edilmesine, sömürülmesine ve bir mübadele aracı olarak bunun üzerinden çıkar sağlanmasına,

Toplumda gruplaşmalar, kamplaşmalar; ideolojik, siyasi, dinsel önyargılar oluşturulmasına,

Toplumsal ve ekonomik eşitsizliklerin meşrulaştırılmasına,

İnsanların yanlış bilgilendirilmesine ve cehaletin artmasına,

Ve genel olarak, kültürel kirliliğin her alanda artmasına neden olmaktadır.

16 Ağustos 2007 Perşembe

BİLİNÇ ENDÜSTRİSİ

Türkiye bugün, toplumsal yapıda çok hızlı bir kültürel değişim süreci yaşamaktadır. Bu değişim, dayatmacı ve zoraki bir değişim olarak karşımıza çıkmakta; tarihsel değerleri ve kültürel birikimi ortadan kaldırma tehdidinde bulunmaktadır. Toplumun sosyo-kültürel bir çözülmenin eşiğine geldiği ve bireylerin bir kültür şoku ile karşı karşıya kaldığı görülmektedir. Model olarak sunulan Amerikan toplum modeli farklı yönleriyle Türk toplum yapısına uymamakta ve bu model, paranın insana egemen olduğu bir düzeni öngörmektedir. Bu durum “gücün güce yettiği”, “alta kalanın canı çıksın” zihniyetinin egemen olduğu bir anlayış olarak karşımıza çıkmaktadır.
Günümüz Türkiye'sinde psikolojik hastalık ve rahatsızlıkların hızla arttığına tanık olmaktayız. Son yıllarda psikoterapi merkezlerinin açılması ve psikologlara başvuran insan sayısındaki hızlı artış bunun kanıtı olarak karşımıza çıkmaktadır. Yaşadığımız şehirden (Mersin'den) örnek vermek gerekirse, daha önce var olan iki veya üç psikoloji danışmanlık merkezi bir yıl içinde katlanarak on üçe çıkmıştır.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de kurumlar halinde örgütlenen bilinç endüstrisi, itaat eden, birbirine benzeyen insan kitleleri üretmekte; bu kitleler üzerinde muazzam güçlü teknolojik zihin kontrol mekanizmaları geliştirmektedir. Aynı şekilde eğlence endüstrisi, bilgisayar, televizyon, cep telefonu, insanların konuşma ortamlarını ortadan kaldırmakta, bunun sonucunda bireyler arasında klasik yabancılaşmadan farklı olarak “dijital yabancılaşma” kavramını gündeme getirmektedir. Bu davranış biçimlerinin özellikle gençler arasında da yaygınlaşması önemli bir problem alanı olarak belirmektedir.
Belirli kurumlar tarafından ithal edilen eğlence endüstrisi ve iletişim teknolojisi, beraberinde kendi değerlerini de getirmektedir. Zaman içinde çevrenin değerleri haline gelen pazar ekonomisinin değerleri; insanlarda, zengin olma, moda düşkünlüğü, araba ve hız tutkusu, pornografi eğilimi, müzik starı olma gibi istek, tutku ve inançların oluşmasında etkili olabilmektedir.
Gündelik hayatta “bilinç endüstrileri” diyebileceğimiz kurumların neden olduğu psikolojik hastalıklar, toplumun tüm bireylerinde benzer sorunlar şeklinde görülmesi dikkat çekicidir. Artık yetişkinlerde olduğu gibi yeni kuşaklarda da ortak olarak görülen rahatsızlıklar şu şekilde karşımıza çıkmaktadır: Yalnızlık, sevgisizlik, korku, kaygı, öfke, gerilim, stres, depresyon, saldırganlık, huzursuzluk, yorgunluk, hafızanın zayıflaması, iletişim kuramama, kadercilik, çaresizlik, endişe vb.
Toplumsal ilişkilerde hızla yok olan değerler ise dayanışma, dürüstlük, sorumluluk, hoşgörü, saygı, sevgi, emeğe değer verme, yardımlaşma olarak karşımıza çıkmaktadır. Tüketime dayalı yaşam tarzının dayattığı değerler ise ikiyüzlülük, birbirini ezmeye ve kullanmaya çalışmak, üstün olmak, farklı olmak, dolandırmak, benmerkezcilik şeklinde belirmektedir.
Bu dönem, yazılı ve sözlü kültürden farklı olarak, görsel kültürün ön plana çıktığı bir dönemdir. Yazılı ve sözlü kültür paylaşım, işbirliği ve toplumsal sorumluluk duygusuna önem verirken, görsel kültür benmerkezciliğe vurgu yapar.
Enflasyon, işsizlik, yoksulluk gibi toplumsal sorunlardaki artışın televizyon izleme sürelerinin de artışıyla, internet kafelerin ve büyük alışveriş merkezlerin çoğalmasıyla paralellik göstermesi dikkat çekicidir. Bu dönemde iyi bir seksi vücuda sahip olmanın iyi bir kafaya sahip olmaktan daha fazla kazanç getirdiği düşüncesi hakimdir. Toplumun afyonu haline dönüşen televizyon, insanları ahmak otomatlara dönüştürmeyi neredeyse başarmış durumdadır. Aynı şekilde, televizyon şiddeti yeni kuşaklara öğreten bir model olarak karşımıza çıkmaktadır.
Doğal olan her şey yerini yapay olana bırakmakta, sahte bir özgürlük yanılsaması içerisinde olan bireyler hayatın öznesi olmaktan çıkmaktadır.
Yerel değerlerin işleyişi, kültür tüccarları ve çıkarcı toplum profesyonellerinin ellerinden kurtarılması gerekir. Bu işin uzmanları, akademisyenler, öğretmenler olmalıdır. Eğitim kurumu yeni toplumsal işleyişin içinde işlevlerini tekrar kazanmalıdır. Çağın değişimine ve yeni ihtiyaçlara yönelik bir eğitim anlayışı geliştirilmeli ve bilinç endüstrisinin olumsuzluklarını gidermeye çalışılmalıdır.
Düşünebilen, sorgulayan bireyler olmak açısından açısından,kitap okuma alışkanlığını yeniden kazanmak gerekir. Tüketim anlayışının değişmesi, yapay ihtiyaçların ortadan kaldırılması, reklâmlara kuşkuyla yaklaşılması, çok kitap ve dergi okunması (bilinçli), çok televizyon izlenmemesi, maddi olanakların paylaşılması çözüm yolu olarak karşımıza çıkmaktadır.

13 Ağustos 2007 Pazartesi

Franz Kafka'nın Dönüşüm Romanına İlişkin Bazı Değerlendirmeler


Kafka, yaşadığı dönemin en büyük yazarlarından birisidir. Toplumsal ve bireysel sorunlarını kendi yaşadıklarından yola çıkarak anlatmaya çalışır. Kafka’nın annesi zengin bir alman yahudisidir. Babası önce bir işçi iken, sonradan zengin olan bir tüccardır. Kafka’nın içedönük ve huzursuz bir kişiliğini vardır. Çeşitli ailevi ve toplumsal sebepler yüzünden çevresine yabancılaşarak büyür. çek kökenli bir aileden geldiği halde almanca’yı ana dili olarak kullanan kafka, kendisini tam anlamıyla bir alman olarak göremedi.
Kafka,1906'da hukuk eğitimine başlar. Eğitimini tamamladıktan sonra bir sigorta şirketine girer. Dönemin ünlü edebiyatçısı Max Brod ile tanışıp, Prag edebiyat çevresine katılır. Sigorta şirketinde çalışmaya başladıktan sonra yabancılaşma duygusu iyice gelişen Kafka 1912'de Felice Bauer ile tanışır. Felice ile nişanlanmasına rağmen evlenemez.. Bu ilişkiden geriye beş yüzü aşkın mektup bırakır. Birinci Dünya Savaşı sırasında fiziksel yetersizlik nedeniyle askere alınmaz. 1917 yılında vereme yakalandığı anlaşılır. Nazilerin Çekoslovakya'yı işgali sırasında üç kız kardeşi de toplama kamplarında öldürülür.

Kafka, roman ve öykülerinde toplumsal kurumları eleştirmiş, en genel anlamda da kapitalist ekonomik sistemi ve kapitalizmin felsefesini oluşturan modernizemi dolaylı bir şekilde eleştirir. Kafka’nın yaşadığı dönem, kapitalizmin klasik aşaması olan endüstrileşme- sanayileşme aşamasıdır. Bu dönemde kapitalizm, batı ülkelerinin dışında dünyaya henüz yayılmamıştır. Batı, kapitalizmi kendi içinde yaşamaktadır.
Kafka yaşadığı döneme tanıklık eder. Roman ve öykülerinde ana temalar yabancılaşma, insanların mekanikleşmesi, bürokrasinin getirdiği katı kurallar, devletin ve ailenin bireyler üzerinde kurduğu otorite vb. kavramlar üzerinedir. Kafka, eserlerinde kapitalist sistem içerisindeki toplumsal ilişkilerin çarpıklığını, acımasızlığını, insani olmayan boyutlarına vugu yapar. Anlatım dili zengin imgelerle doludur.
Kafka dönüşüm romanında da oğul ve baba ilişkisini anlatır. Aynı şekilde Yabancılaşma kavramı Dönüşüm’de, güçlü biçimde anlatılmaya çalışılmaktadır. Bir sabah yatağında bir böcek olarak uyanan Gregor Samsa, istemi dışında oluşan bu dönüşümü bir türlü kabul etmek istemez. Ailesi ve patronu, bir şaşkınlıktan sonra, onun bir böcek olduğunu kabul ederler. Böcek olunca, yeni bir konuma giren Gregor Samsa, o güne kadar sürdürdüğü yaşama, çevresine, bambaşka bir gözle bakmaya başlar.

Dönüşüm, toplum içerisindeki bireyin trajedisini anlatır. Aynı şekilde dönüşüm, aile kurumunun bireyin üzerindeki otoritesinden, hâkimiyetinden ve bireyi yok edici yanlarından bahseder. Birey, toplumsal sürünün dışına çıktığında ezen toplumun realitesiyle karşı karşıya kalır. Dönüşüm’de toplumsal ilişkilerin kurallarına, kalıplarına bilinç düzeyinde başkaldıran bireyin trajedisini çarpıcı biçimde dile getirilir. Gregor Samsa'nın başkalaşması, eleştirmeyen, ama yalnızca 'boyun eğen' bir toplum teki olmaktan çıkma anlamını taşır.

Gregor Samsa, dönüşüm geçirdiği güne kadar uslu oturduğu sürece de benimsenip sevilmiştir. Samsa’nın başkaldırısı bilinçaltında başlamıştır. Gregor Samsa’nın böceğe dönüşmesini, gerçekte artık başkalaşmasıdır. Böceğe dönüştüğünden itibaren, böceğin iğrençliği, çizgisi sürüyle uyuşmayan bağımsız bireyin iticiliğiyle özdeştir.

Kafka’nın dönüşüm eserinde gülmece öğesi yoğun bir şekilde hissedilir. Romanda anlatılarak sözü edilen hayvan aslında, insandır.

Özetle Dönüşüm romanında işlediği konu 20. yüzyılın sanayi sonrası batı toplumun açmazını ve içine düştüğü yalnızlık ve yabancılaşma sürecini çok iyi gözlemlemiş ve işlemiştir.

11 Ağustos 2007 Cumartesi

RİMBAUD



Rimbaud, başkaldırının simgesidir.

O her türlü onursuzluğu ve aşağılanmayı reddetmiştir.

Uygarlığın sahte dünyasından nefret etti ve ona saldırdı.

Kendisini yaşamak ve gerçekleştirmek için tüm sınırlamalarla gücünün sonuna kadar savaşır.
yaşadığı dönemde Avrupa'yı tren ve gemilerle boydan boya dolaşır.

Toplumun kültürü ve kurumlarıyla dalga geçer.

Sıradan insanların peşinden koştukları salakça mutluluk anlayışı peşinden koşmadı.

O sadece insanca yaşamak istiyordu.

O daha fazla mekan daha fazla özgürlük istiyordu.

Asla boyun eğmedi.

Onu sadece hareket ve eylem ilgilendirdi.

Hasta çağın bireyi olmadı.

Bir başka gezegenin yıldızı oldu.

Kendisini bu dünyaya ve yaşadığı zamana ait hissetmedi.

10 Ağustos 2007 Cuma

ANTONİN ARTAUD


"Toplumsalın sonu olarak görülen günümüzde, ne tür bir özne olunması gerektiği de sistemler tarafından çoktan saptanmış durumda.


Kapitalizmin üretime yönelik mal ideolojisinin, üretimden öncelikle anladığı şey: "Tüketim öznesi üretimidir. Bu tüketim öznesi toplumsal şizofrenin bir parçası olmamak için kitle kültürünün, aynılığının bir parçası olmayı tercih edebiliyor ve tercihte bize özgürlükmüş gibi pazarlanabiliyor."

"Günümüzde kör olmak emrediliyor".


Yaşadığımız görsel karmaşa, bilincin yada bilinç altının süzgecinden geçen her imge, mevcut imaj bombardımanıyla bir tür manipülasyonu önceliyor. Böylelikle her geçen gün biraz daha görsel olanın tahakkümü altına giriyoruz.


İktidarların evlerimizdeki gözü,T.V ne yapmamız, nasıl davranmamız, nerede ağlayıp, nerede gülmemiz gerektiğini, nerede hiç bir şey yapmayacağımızı öğütlüyor. "


Bizler epik oranlara varmış bir ruhsal saldırının eşiğindeyiz"

Yanılsamalı gerçeklik, ben artık bir başkasıdır, sözü, bu noktada başka bir durumu açılıyor.



Çünkü bir deli, toplumu dinlememiş olduğu ve dayanılmaz gerçekler söylemesini engellemek istemiş olduğu bir insandır da. Böylece, daha yumurtası kabuğunda bir savaş, bir devrim, bir toplumsal kargaşa durumunda, birlik olmuş bilinç sorgulanır ve kendini sorgular, yargısını da duyurur.


Her çılgın insanda anlaşılmamış bir dahi vardır, kafasında parlayan fikrin herkesi korkuttuğu, ve hayatın kendisine hazırlamış olduğu boğazlamalara bir çıkışı ancak sayıklamalarda bulabilmiştir. birlikte görsel kültürün, ağırlıklı olarak cinsellik ve şiddet temalarıyla yoğunlaşması ekran karşısındaki insanı giderek etkisiz hale getirmiş ve sanal bir gerçeklik ile ilişki kurmasına neden olmuştur.


Ekranın hakimiyeti altındaki insan, büyülenmişçesine izlediği görüntü bombardımanı karşısında kendisi olmaktan çıkarak imaj dünyasının bir kuklası haline geldiğini görürüz. Ekranın güdümünde sanal bir gerçekliği yaşamaya başlayan insanın yaşadığı gerçeklik, imaj dünyasının imgesel ve yanılsamalı gerçekliğine dönüşür. Kendi gerçekliğiyle bu, yanılsamalı gerçe "Kendi kendine, ve bedenini hesaba katarak, düşünmek isteyen kaçınılmaz olarak kurulmuş dile çarpacaktı ve o dil ile düşünmenin ne kadar olanaksız olduğunu acı çekerek sınayacaktır. Çünkü bir dilin biçimleriyle ve içerikleriyle alırsanız, düşünürseniz, o zaman öbür düşünceleri tekrarlamaktan ve herkes gibi düşünmekten başka olasılığınız kalmıyor

JİM MORRİSON



Yoğun yaşam biçimimiz hepimizi dar bir alanda tanımlanmış bir rol veriyor, buna bağlı olarak ta ruhumuzdaki unsurları geliştirmeye yönelik yaratıcı eylemlerde ancak o rolün sınırları içerisinde olabiliyor.

Ruhumuz bu sınırlı alan bölgesi dışındaki bölgelerde ziyan edilmiş oluyor. Tabi birde iletişin eksikliği... birçok faktör birleşip korkuyu güvensizliği, sayıklayıp umudun yok olmasını sağlıyor.

İnsanoğlu kendi zamanının labirenti içersinde geçen yolu zamanına yenik düşmeden ama bu zamanın dışına atlamadan bulmalıdır.
Bu yayvan sonsuza dek hayal kırıklığıyla dolu ve gerçekliği değiştirmenin
tek yolu onu inkar etmektir.

Bir varoluş savaşını veren birey yoz düzene bireysel ve öznel açıdan başkaldıran özgür ruhlu ki önünde sonunda suç işlemeye, delirmeye kendine kıymaya katlandığı acıların üzerine sünger çekmekle manen ölmeye mumyalanmaya bitkisel bir yaşama mahkumdur.


Arabalarda yaşıyoruz donuk okullar arasında boşuna geziniyoruz ve hiçbir boş yer bulamıyoruz. Aldatıcı gülümsemeler inanılmaz zorluklar ama dayanmayı başaranlar
tarafından çekilen.


Tanrılar hayallerle uyuştururlar bizi. Bize kitaplar konserler, galeriler şovlar, sinemalar verirler. Özelikle de sinemalar. Sanat yoluyla kafamızı karıştırırlar ve köleliğimizin içinde kör ederler bizi. Sanat hücre duvarlarımızı süsler, sapkın ve bir örnek tutar bizi.

LAUTREAMONT



Lautreamont kafadan çatlak ve karanlık bir adamdı.


maldororun şarkıları adlı eserini bitirdiğinde henüz yirmi iki yaşındadır.


O da ruh kardeşleri Rimbaud,. Baudleare, Novalis,Edgar Alen Poe,Rilke gibi ondokuzuncu yüzyılın en büyük dehalarındandır.


Lautreamont, Kısa ömrüne karşın çok şeyler yaşamış kendini yalnızlığa adamış bir dehadır.


Dünyayı oluğu gibi kabul etmektense yıkımı ölümüne seçmiş dehşet bir şairdir.


Yaşadığı dönem dünyada dinlerin yüceltilip kutsandığı, dinin hayatın her alanına nüfuz ettiği zor bir dönemdir.


Lautreamont, Çağın egemen dil anlayışına karşı çıkarak kendine özgü şiirsel bir dil anlayışı geliştirir.


Yarası acısı vardır ve hep kanar yarası.


İnsanoğlunun yaptığı kötülüklere karşı dinilmez bir öfke ve kin duydu.


kısa yaşam yolculuğunda geçici zevkleri küçümseyerek geri çevirdi.


Ruhuna düşkün bir serüvencidir o.


Kendi doğasının yasalarını aradı hep.
*doğruluğu kesin bir şey çelişkilidir. bir çok yanlış şey çelişkisizdir.çelişki yanlışlığın simgesidir.çelişkisizlik doğruluğun simgesidir. İnsanın, sahip olduğu şeyin yok oluşunu duyumsaması korkunç bir şeydir. Yanılgılardan yoksun bir öznedir insan. Her şey ona gerçeği gösterir.hiçbir şey yanıltmaz onu.gerçekliğin iki kaynağı olan us ve duygu, içtenlikten yoksun olmamaları bir yana, aynı zamanda aydınlatırlar birbirilerini.

*Hayatımızı elinde tutan büyüklerimizin amacına karşın, bizi düzelten, bastıramayacağımız,bizi eğiten bir içgüdümüz var

*ağlıyor mu sun? Sana soruyorum karların ve sislerin kralı. Gözyaşı görmüyorum kaktüs çiçeği gibi güzel yüzünde, ve göz kapakların kuru, tıpkı sel yatağı gibi; ama gözlerinin gerisinde, boynunu kocaman bir akrebin ısırdığını saflığının içinde kaynadığını kan dolu bir tekne görür gibi oluyorum.

*bütün erdemleri küçümseyen ben; cennetin yıllıklarını alaşağı ettim ve bilmem hangi alçakça bir dalavereyle ona gücünün ve sonsuzluğunun emanet edildiği o görkemli günden bu yana yaratıcının unutmadığı ben.

* ne cesaret! Ne baş eğmez ruh! Yol vermeyen denizin dalgalarını gücüyle yararken, başının devinimsiz duruşu sanki yazgıyı umursamıyor gibiydi.

* ben insanlığın sahip bulunduğu en güzel şeyi bunca tiksintiyle geri çeviren ben, ne istiyordum!

*insanlığın alçaklığından yapılmış olan yaratıcıyı üzerinde bulunduğu ayaklıktan aşağı indirdim, bana ödünç verdiğiniz zehirli silahla!
*Güzeldir kentlerin yıkıntılarını seyretmek, ama insanların yıkıntılarını seyretmek çok daha güzel.”
* o kendisi için şarkı söylüyor,benzeşleri için değil. İnsan terazisinde tartmıyor esinin boyutlarını. Bir rüzgar gibi özgür, korkunç iradesinin baş eğmez kıyılarında, bir gün karaya oturmaya geldi. Kendisinin dışında hiçbir şeyden korkusu yok... yoluma devam edeceğim,yüzüm ateşler içinde, ve durmadan haykıracağı: hayır..hayır...