10 Eylül 2007 Pazartesi

YAŞAMA DAİR

"Elimiz ve dilimizle yaratığımız şey bir hiçtir, ancak yaşamımızı vererek ortaya koyduğumuz şeyin bir değeri vardır" HENRY MİLLER

"Sanat bir savaştır, bu işe başını koymak gerek. Birçok köle gibi çalışmak söz konusu. Kendimi kötü ifade etmektense hiçbir şey dememeyi yeğlerim. Başka türlü düşünemiyorum, dertsiz, sıkıntısız bir yaşam aramıyorum; Yalızca bunların dayanılmaz hale gelmeyeceğini umuyorum. Yaşamda desen çizmek gibi kimi kez çok hızlı davranmak, kararlı olmak, büyük bir enerjiyle başlamak, şimşek hızıyla kağıda geçirmek gerek. Benim iyiliğimi isteyen kişiler, davranışlarımın temelinde derin duyguların sevgi gereksiniminin yatığını bilsinler istiyorum. Kendi kendinle savaşmak, daha iyiye daha güzele doğru gitmeye çabalamak" VAN GOGH

"İnsanın kendisini gerçekten bilinçlendirmesi ; hatta bilinçlendirmeğe çalışması, ne kadar zor. En sonunda hep bir bayatlık , bir sıradanlık, yapmacıklık duygusu; kocaman laflarla...”

"Önemli olan, bir yerde bulunmak değil, bulunduğu yerin bilincinde olması; aynı şekilde, yolda olmak değil, yürüdüğü yolun bilincinde olmak.. "önemli olan olabildiğince içten olmaya çalışmak”
Sorun, aslında olmadığımız gibi olmaya çalışmamızdır. Asıl önemli olan içte yaşadıklarımızda, yaşayacaklarımızda, ama dış gereksinimlerimize, eğilimlerimize hep daha çok önem veririz. Uygar kişi uyumsuz insandır" ORUÇ ARUOBA

Gücümüzün yettiğince direnmeliyiz ki teslimiyetimiz daha tam ve daha aciz olsun. Bizler özgür tinler olduğumuz için, tanrıyı dört gözle, dolup taşan yürekle, seçmek bizim ayrıcalığımız.” Toplum yalnızca umutsuz delilerin, hergelelerin ve şeytanların bir araya toplanmasından ibarettir RİMBAUD

" En iyi yol sana benzemeyen ve farklı uğraşlarla meşgul insanlardan uzak kalmalı." SENECA

"Başkalarının fikirlerine göre yaşarız" R. CHAR

"Kişiler bu dünyada ve kendi problemleri konusunda ancak dünyayı kendileriyle olan ilişki içinde yakalarlarsa bir şey yapabilirler" ROLLO MAY

"Hayatın bize öğretilen bilgisi yalızca görüntülerin bilgisi, arkasına geçmezsen bütün görüntülerle baş edebiliyorsun, yoksa her şey içinden çıkılmaz bir bir karmaşaya, hiç uyanmadığımız bir karabasana dönüşüyor" GEORGE BATAİLLE

"Biz istediğimiz kadar gördüğümüzü söyleyelim görülen şey söylenen şeyin içinde değildir. İstediğimiz kadar tasvirlerle ve metaforlarla imgelerin yardımı ile bazı şeyleri göstermeye çalışalım, söylediğimiz yer gözlerimizin önüne açılan, gözlerimizin önünde harikalar yaratan çiçek açan yer değildir. Sadece belli söz diziminin birbirinin ardında sıralanıp, anlamlarını açıkladıkları yerdir" MİCHEL FOUCAULT

Bir hasta bana şöyle diyordu: "Benim acılarımın neye hayrı var? Acılarımdanyararlanabilecek, ya da onlarla böbürlenebilecek bir şair değilim ki.

Maddenin dışında, herşey müziktir: Tanrı bile sesli bir halüsinasyondan başkaşey değildir.
"İnsan kayıtsız kalabilme yeteneğini bir kez yitirdiğinde gizli katil olur" CIORAN


"Her insanın yaşamı kendi için uzanan bir yol, bir yolu ele geçirme çabası, bir yolun üstü kapalı dışa vurumudur. Hiç kimse tümüyle kendi kendisi olmamıştır ama herkes kendi kendisi olabilmek için uğraşıp didinir.bazıları vardır, hiçbir zaman insan olmaz. Hepimizin çıkıp geldiği yer ortaktır, hepimiz aynı kuyudan geliyoruz. Ama her birimiz derinliklerden fırlatılmış, atılım bir deneme ve yararlı olarak kendi amacına ulaşmaya savaşıyoruz. Birbirimizi anlayabiliriz, ama her birimiz ancak kendi kendini yorumlayabilir. Yalnızca yaşadığımız düşüncenin değeri vardır"

"Öfke hiçbir zaman birden bire gelmez. İnsanın ruhundaki açtığı yarayla orada patlayacak gücü biriktiren uzun bir sıkıntıdan doğar. Öyleyse öfkeyle birden bire parlamak içten ve hesapsız bir yaradılışın belirtisi değildir. Tersine, elden olmadan beslenen bir hıncın, içe dönük bir yaradılışın belirtisidir. Hiç öfkelenmeyen insandan sakın."

"Bizimle başkalarıyla kurduğumuz ilişkiler her zaman kendimizle kurduğumuz ilişkilerin bir yansımasıdır."

"Önemli olan ne olduğumuzdur, ne yaptığımız değil."

"Savaş insanı barbarlaştırır, çünkü insanın bir savaşa katılabilmesi için kendisini her türlü pişmanlığa, inceliğe ve soylu değere karşı duyarsızlaştırması gerekir. İnsan sanki bu değerler yokmuşçasına yaşamak zorundadır ve savaş bittiği zaman o değerlere yeniden dönebilme gücünü de yitirmiştir." PAVESE

9 Eylül 2007 Pazar

OKUNMASI GEREKEN KİTAPLAR


ÖLÜMCÜK HASTALIK UMUTSUZLUK
SÖREN KİERKEGARD
AYRINTI Yayınları


DERİN UYKUNUN SÖYLEVİ
JEAN COCTEAU
SEL YAYINCILIK

NİETZSCHE ÜZERİNE
GEORGES BATAİLLE
KABALCI Yayınevi


BİR MEÇHULÜN GÜNCESİ
JEAN COCTEAU
SEL YAYINCILIK

NİETZSCHE VE KISIRDÖNGÜ
PİERE KLOSOWSKİ
KABALCI Yayınevi


NİHİLİZİM VE MATERYALİZM
FREDRİCK COPLESTON
İDEA Yayınları

VAROLUŞUN ANLAMI
M. MUKADDER YAKUPOĞLU


VAN GOGH
ANTONİN ARTAUD
NİSAN Yayınları

ŞAİRİN KANI
EDİP CANSEVER
ERA Yayınları



ÇÖKÜŞÜN ÖNCÜSÜ ABD
NEHİR yayınları

VİRÜS SALDIRIYOR
WENDY BARNABY
TİMAŞ Yayınları


DERİN DÜNYA DEVLETİ
ATİLLA AKAR
TİMAŞ Yayınları

DÜNYANIN YENİ EFENDİLERİ
TİMAŞ Yayınları

GÖRKEMLİ KAYBEDENLER
NEZİH ONUR
ALTI KIRKBEŞ Yayınları

MEDYA DENETİMİ
NOAM CHOMSKY
TÜMZAMANLAR Yayınları


SOĞUK SAVAŞ VE ÜNİVERSİTE
NOAM CHOMSKY
KIZILELMA Yayınları

HAYATIMIZDAKİ İNCE ŞEYLERE DAİR
AHMET İNAM
PAN Yayınları

DÜNYA SİNEMA SANAYİİ
GİOVANNİ SCOGNAMİLLO
TİMAŞ Yayınevi:


19- Kitap adı: PAUL GUAGİN
Yazar: EBRU KILIÇ
Yayınevi: İTHAKİ Yayınevi


20- Kitap adı: SÖMÜRGECİLİKTEN KÜRESELLEŞMEYE
Yazar: NOAM CHOMSKY
Yayınevi: ÜTOPYA Yayınları


21- Kitap adı: İLETİŞİM VE DEHŞET ÇAĞI
Yazar: D. MEHMET DOĞAN
Yayınevi: TİMAŞ Yayınları

22- Kitap adı: ABD TERÖRÜ
Yazar: NOAM CHOMSKY
Yayınevi: PINAR Yayınevi

23- Kitap adı: DELİLİĞİN ARİFESİNDE
Yazar: HÖLDERLİN
Yayınevi: Y.K.Y Yayınları


24- Kitap adı: DAKTİLOYA ÇEKİLMİŞ YAZILAR
Yazar: NİLGÜN MARMARA
Yayınevi: TELOS Yayınları

25- Kitap adı: YENİ DÜNYA DÜZENİNDE YALANLAR VE GERÇEKLER
Yazar: NOAM CHOMSKY
Yayınevi: SARMAL Yayınları


26- Kitap adı: DÜŞMANINI ARAYAN SAVAŞ
Yazar: NOAM CHOMSKY
Yayınevi: EVEREST Yayınları

27- Kitap adı: DÜŞÜK YOĞUNLUKLU DEMOKRASİ YENİ DÜNYA DÜZENİ
Yazar: NOAM CHOMSKY
Yayınevi: ALAN Yayınevi


28- Kitap adı: NEO LİBERALİZM VE KÜRESEL DÜZEN
Yazar: NOAM CHOMSKY
Yayınevi: OM Yayınları

29- Kitap adı: CESUR YENİ DÜNYAYI ZİYARET
Yazar: ALDOUS HUXLEY
Yayınevi: İTHAKİ Yayınları


30- Kitap adı: YENİ DÜNYA DÜZENİNİN AV SAHASI
Yazar: TANIL BORA
Yayınevi: İLETİŞİM Yayınevi

31- Kitap adı: AVRUPA İSANININ KRİZİ VE FELSEFE
Yazar: EDMUND HUSSERL
Yayınevi: AFA Yayınları


32- Kitap adı: DOSTLUK ÜZERİNE
Yazar: MARCUS TULLİUS CİCERO
Yayınevi: AFA Yayınları

33- Kitap adı: TİNSEL KRİZ
Yazar: PAUL VALERY
Yayınevi: AFA Yayınları


34- Kitap adı: KORKU VE TİTREME
Yazar: SÖREN KİERKEGAARD
Yayınevi: ANKA Yayınları



35- Kitap adı: AÇLIK SANATÇISI
Yazar: FRANZ KAFKA
Yayınevi: ALTIKIRKBEŞ Yayınları


39- Kitap adı: FRAGMANLAR
Yazar: IMMANUEL KANT
Yayınevi: ALTIKIRKBE Yayınları

37- Kitap adı: YAN DEĞİNİLER
Yazar: LUDWİG WİTTGENSTEİN
Yayınevi: ALTIKIRKBEŞ Yayınları


38- Kitap adı: FİKİRLER VE TERCİHLER
Yazar: ALBERT EİNSTEİN
Yayınevi: ARİON Yayınları

39- Kitap adı: DELİLİĞE ÖVGÜ
Yazar: ERASMUS
Yayınevi: KABALCI Yayınevi



40- Kitap adı: YAŞAM BİLGELİĞİ ÜZERİNE AFORİZMALAR
Yazar: ARTHUR SCHOPENHAUER
Yayınevi: KABALCI Yayınları

41- Kitap adı: GELECEKTEKİ İLKEL
Yazar: JOHN ZERZAN
Yayınevi: KAOS Yayınları


42- Kitap adı: HİÇBİRYER’DEN HABERLER
Yazar: WİLLİAM MORRİS
Yayınevi: KAOS Yayınları

43- Kitap adı: SESSİZLİĞİN ANARŞİSİ
Yazar: IŞIK ERGÜDEN
Yayınevi: KAOS Yayınları


44- Kitap adı: TOPLUMSAL ANARŞİZM Mİ YAŞAM TARZI ANARŞİZM Mİ ?
Yazar: MURRAY BOOKCHİN
Yayınevi: KAOS

3 Eylül 2007 Pazartesi

MEDYANIN İŞLEVLERİ

* Emperyalizmi desteklemek, Amerikan imparatorluğunun genişlemesine ve yayılmasına hizmet etmek.

* Zenginlerle yoksullar arasındaki eşitsizliği meşrulaştırmak

* Yoksul kitlelerin çıkarlarına değil, belli bir azınlıktaki zengin grupların (çok uluslu şirketlerin) çıkarlarına hizmet etmek


* Gündem belirleyerek, kamuoyunu belli konulara ya da insanlara odaklandırarak dikkatleri önemli sosyal konulardan uzaklaştırmak.

* Toplumun milli duygularını,cinselliğini,kültürünü istismar ederek sömürmek. Kitlelere yanlış bilinç aşılmak.

* Toplumda kamplaşmalar, gerilimler, polemikler yaratarak, insanları çatıştırmak ve bundan rant elde etmek.

* Milli kimliği köreltmek, ulusal birlik beraberlik duygularını zayıflatmak, toplumsal huzur ve barış ortamını bozup, toplumu kaos ve kargaşa içine sürüklemek.


* İnsanların siyasi konulara ilgisini azaltarak siyaseti magazinleştirmek, sulandırmak.

* İnsanların duygularını, umutlarını düşlerini kontrol altında tutarak sömürmek.
*Felaket tellalığı yapmak
* Bireyleri ve toplumu yönlendirmek amacıyla, yanlış bilgi ve haber vermek, dezenformasyon yaymak, bilgisizleştirmek, gerçeği gizlemek. Yaşamı tek tipleştirerek kolonileştirmek.


* Ücretli profesyonel çalışanlar aracılığıyla insanların kültürel ortamını düzenlemek
* Yoğun uyarıcı bombardımanı altında kitleleri cahilleştirmek.

* İnsanların yoksulluk ve trajedi görüntülerinden para kazanmak.

* İnsanları aldatmak, duyarsızlaştırmak, tepkisizleştirmek ve ahlaksızlaştırmak.




















* İnsanların sorunlarını çözmemek, insanları oyalamak, insanları kandırmak

* İnsanları eğlence ürünleri aracılığıyla sürüleştirerek, tüketime güdülemek ve varolan adaletsiz ekonomik yapıyı haklılaştırmak.

* insanları kaçışçılığa, oyalayıcılığa, kolaycılığa ve sıradan hazlara yöneltmek

* insanlarda korku, kaygı, öfke, gerilim yaratmak.

* İnsanlar yapay eğlencelerle, reklâmlarla, dizilerle, filmlerle, ünlü kişilerin hayatları ve dedikodularıyla uyuşturmak, sömürülür.

2 Eylül 2007 Pazar

Soğuk gezegenin sıcak tebessümlü prensesi: TEZER ÖZLÜ


Yaşam özlemini doyuracak bir olgu mümkün mü? Açlık , savaş, geri kalmışlık, ve inanılmaz haberlerle ilgili felaketleri kitleler, masal dinler gibi dinliyor. İşte böyle bir yaşam önümüzden geçip gidiyor. Sen kendi duvarlarının gerisine çekiliyorsun. O kendi duvarlarının gerisine çekiliyor. Bir başka kentte. Bir başka ülkede. Herkes bir başka dili konuşuyor. Yada anlamaya çalışıyor. Aynı dili konuşan iki kişi yok.

Denizlerle kumsallarla, rüzgârla, yeryüzü ve gökyüzü ile birlikte varoluşu derinden duyduğum an. Sonsuzluk. Varoluşun tüm zamanlarını uzlaştıran bu an iki insanın birleşmesindeki sonsuzluk özü olmalı insan yaşamının. Özü olmalı güneşin. Özü olmalı sevişmeyi duyan ve duyuran gücün. Bizi saran sıcaklığın. Soğuyan gecelerin. Ve gecelere bürüyen yıldızların. Akdeniz'in üzerini kaplayan mavi gökyüzünün özü olmalı bu birleşme. Bu ıslaklık. Sonsuza dek varan, yaşatan sonra yaşamı uzaklara, Akdeniz'in kıyılarda beyazlaşan dalgaları ya da yeşil durgunluğu gerisindeki ufuklara iten gücün. Bizi saran sıcaklığın. Soğuyan gecelerin. Ve geceleri bürüyen yıldızların. Ve dolunayın. Ve dolunayla birlikte uykusuz kalan insanların. Dolunayla birlikte uykusuz kalınan gecelerin soluk, sisli sabahlarında ölümü bekleyen insanların.

Çevreyi tanımlamak değil, duygularla yaşamak gerekir." Her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu, belirsizlikler arsında belirlemeye çalıştığımız yaşam gibi. Sevgi isteği, kendi kendine yaşamı, katlanma dileği kadar büyük. Kendi varoluşum. Her var oluş kendisiyle birlikte ölümü getirmiyor mu. Yaşamın, daha doğrusu yaşamın ortasında tüm özlemlerimin doyumsuz kaldığını nasılda algılıyorum. Ama artık yorulmaksızın aramak yok. Aranan yaşantılar arandı. Yaşandı. Bir kısmı gömüldü. Yeniden toprak oldu. Canlılıklarını duyduğum, canlılıklarını birlikte bölüştüğüm birtakım insanlar gitti. Onlar adına, onları da özlemek, onlar için özlemek,onlar için sevmek.
....

Karşısındakine bir şey anlatmak istese de, gene kendi gerçekliğini, bilmişliğini yada doğru algılayışını kanıtlamak için söylenen sözler. Doyum içinde ayrılacağımı sandığım bir yaşamda, zaman zaman algılıyorsun ki, hiç de doyumla ayrılmayacaksın. Hiç yaşanmamış gibi. Doymak mümkün mü?
...

Niçin bugün, yaşamın, tüm yaşamın önünden geçip gittiğini, artık ölümü beklemekten başka bir şey olmadığını, her gün gibi, bir kez daha anıyorsun. Yaşam, zamansız. Yaşamın hiç bir zamanı yok. Çocukluk, kadınlık, erkeklik, yaşlılık, yaşam, ölüm, sevgi sevgisizlik, doyum, doyumsuzluk, her şey iç içe. Akıl delilik, varlık boşluk,iç içe.

Acının derinliğinde, benim için arta kalan hiçbir şey yok. Yalnızlığımı algılamanın gururu bile." Kimseyle değil, ama yalnız kendi kendiyle kadın olan, kadın kalabilen insanı gözledim. İşte yeryüzü.

Gerisini düşünmeye gerek yok. Kent, gerisini düşündürmüyor. Zamanın duruşu ve çocukluğun korkularını anımsatan duvarlar. Ölü duvarlar, İnsanın soluğunu daraltan duvarlar. Duvarlar yaşamımızdaki mezarlar mı?


Her duvar insan üzerinde bir baskı. Büroların sigara kokan duvarları, evlerin bunaltıcı duvarları. Hastane duvarları, tımarhane duvarları, yoksul evlerin duvarları. Kentin duvarları sistemin duvarları. Aynı gökyüzünün dünyanın tüm ülkelerini kapsamasına olanak var mı, tüm yüzyılların, tüm özgürlüklerin, tüm savaşların, tüm cezaların tüm haksızlıkların, tüm yiyeceklerin tüm açlığın, tüm yoksuların ve tüm acıların hala varolduğu bu günün dünyası...
....
Ne yaşantıları ne de insan sıcaklığını arıyorum। Bugün, hem insan sıcaklığını, hem de sevgiyi yalnız kendi içimde taşıyorum. Yani sevgisizim. Ve soğuk. Kent resimlerini kendimle taşıyorum.


Bütün yolculuklarımın, yolculuklardan oluşan yaşamımın bütün insan resimlerini. Ya da sürekli kalışımın. Ardımda ne yaşayan, ne de ölen insan sevgisiyle. Tüm yaşantılarım genel bir insan sevgisine dönüştü. Ve ben orada duruyorum. Duygularımın genelliğinde...
Bomboş varolacağım. Kendi doluluğumun boşluğunda . Ve bir başıma. Ve bağımsız. Ovadaki yalnız ağaç gibi. Yaşlı ve büyük. Ve bağımsız. O vadide. O yamaçta. Başıma buyrukluğuma hayranım. Sayısız görüntülerden, uykusuz gecelerden, sayısız güneş ışınlarından, sayısız tren, uçak, otobüs ve gemi yolculuklarından, yürüyüşlerden arta kalan tek ओल्गुम


Tanıdığım tanımadığım sayısız insanla aramda geçen konuşmadan। Ülkelerden, sistemlerden, bürokrasiden, Demokrasiden, dünyanın tüm savaşlarından, tüm yönetimlerden, tüm polislerden, ve futbol takımlarından arta kalan yalnız kendi doluluğumun boşluğu. Artık gitmeyeceğim. Nereden geldiğim sorusunu yanıtlamak istemiyorum. Hiçbir yerden gelmiyorum. Kendimden başka. "Her nesneyi, her canlıyı, herhangi bir insanı,anlık bir görüntüyü yaşantıya dönüştürmeliyim.


Yaşamı büyütmek kendimce geliştirmek, derinleştirmek, genişletmek, rüzgarla estirmek, yağmurla yağdırmalıyım ta ki kendimi canlı veya cansız, doğmuş yada doğmamış tek bir nokta olarak görene dek। Ve kendi üzerimde kurduğum bu egemenlikle ölümü de büyütmek gerek. Yaşamım, ölümüm her yaşam, her aşk ve her ölüm olmalı. Yaşamın sonu hiçbir zaman bana ırak görünmedi. Her yüzde ,her solukta, her büyüyende her yaşlananda, her sarılmada, her sabahta gördüm yaşamın sonunu.


Çocukken bile, buğday tarlalarında, yaz gecesi mehtabında ve çocukluk gecelerinin derin karanlığında gördüm yaşamın sonunu, ama ben giderken, ben yada tren görünümlerin içinden, kentlerden, köylerden, tarlalardan dağ sıralarının önünden, ardından bir göl kıyısından, bir nehir yatağında ya da gri bir deniz yüzeyi boyunca ilerlerken, yol alırken, tanımadığım insanlar hızla gidiş yolunun aksi yönde yitip giderken, işte o zaman uzaklaştım yaşamın sonunda। Her gidenle gitmek istedim. Her yolculuğa çıkmak. Hiçbir yere gitmesem de, sürekli yolculuklarda olduğumu algılamakta geç kalmadım. Ama genç yaşlarda, henüz bana yaşamı yaşanır kılan bu duyguya varamadan önce, gidememek, derin, derin bir acıydı.



Karanlıkta hışırdayan yapraklar arasında tepeler beliriyordu. Günün tüm izleri, yamaçlar, ağaçlar, üzüm bağları, tepeler üzerinde renksiz ve ölüydü ve yaşam yalnız rüzgar, yalnız gökyüzü, yalnız yapraklar ve yalnız hiçti. Sevgilerimizi, duyguların yükseliş ve alçalış dalgalanmaları, kendi kendimize algıladığımız biçimde bir başka insana akıtmak istediğimizde tümüyle içimizde hapsetmiyor muyuz? Kim karşılıyor sevgileri. Bir ilişkinin başlangıcı, sürekliliği aynı zamanda en derin sınırlandırılması değil midir? Belki ancak ayrılık bir açıklık, bir derinlik kazanmıyor mu? Duygularımın karşıtını savunamam। Bir uzaklık kazanamam, yeniden kendi düşüncelerimin dünyasını bulmam gerek. Tek bir kişiden yoğunlaşan duygulardan her zaman kaçındım. Sonsuz sevmek isteğimi her zaman tüm insanlara, her insana dağıtma çabası gösterdim. Zaman zamanda herkesten nefret ettim. Kendi dışımda. Şimdi derinlemesine irdeleme gereken duyguların taşkınlığındayım. Sanki duygularımı kilometrelerle uzatıyorum, duygularımı yolların bitmezliğine dönüştürüyorum. Oysa sözcüklere dönüştürmem gereken duygular bunlar. Bu kişiler tek bir olguya varma çabası içindedirler:özgürlük olgusuna.


Çocuk, çıplak pencereden serin ve siyah tepedeki geceye bakıyordu ve gözleri önünde açılan bu görünümü şaşkınlıkla algılıyordu. Puslar üzerinde hareketsiz bir berraklık.

Toplumun akılla bağdaşmayan zincirleri karşısında, bireyin kazanmak istediği bağımsızlık olgusuna। Dünya nasıl olması gerekiyorsa öyle. Kendi kendini kurtaramayanı hiç kimse kurtaramaz. Her şey geçiyor. Hiçbir şey geçmese de. Çevreme bakıyorum. Ne var. Bildik siyah geceler. Bildik gri sabahlar. Bildik güneşin belirli ışığı Zaman zaman en büyük güzelliklerine bürünse de, ışıklar bizi şaşkına çevirse de... Hepiniz ne denli can sıkıcısınız....


sınırlar kadar hiç bir kısıtlamadan sıkılmadım ve kendi sınırlarımın içinde sınırsızlığımı kurdum. Hiç değilse de bana özgü bir sınırsızlık, kendi suskum, kendi çığlığımın sınırsızlığı. Kader diye bir şey yoktur,yalnız sınırlar vardır. En kötü yazgı , sınırları sabırla karşılamaktır. Karşı çıkmak gerekir. Hem karşı çıkıp, hem de sınırlarda yaşayan insan, yaşamı boyunca çıkmazından
sıyrılmayacak,huzursuzluk duyacak, ve ne yaşamdan hoşnut olacak, nede rahatlıkla ölebilecek। Yaşlandıkça ölüm korkusu büyüyecek. Başkalarının yanında kendini güçlü göstermeye yeltense de, yalnız kaldığında, hiç değilse kendi kendine yalan söylediğinin bilincine varacak. Bu bilince varsa o bile bir adım. Birçoğu yalan gerçek gibi algılayacak kadar sıyrılmış kişisel özgürlükten. Oysa insan, hem yaşamı, bize sunulan bu en yüce olguyu, hem de yaşam sonunda sonsuzluğa varmayı hak etmek zorunda. Yaşam, bu gelişmeye tüm kapılarını açan bir olgu.


Gelişigüzel geçip gidilecek bir varoluş değil insan varoluşu। Biçimlendirilecek, değiştirilecek, sınırsızlaştırılacak bir her şey. Kalıplardan kaçmak için gidiyorum. Gitmekten yılmayacağım. Yaşamı gitmek olarak algılıyorum. Temel sorun yalnızlık direncini yitirmemekte.


Ve hepsine haykırmak istiyorum। Onayladığınız yanıtlar yalnız bir yüzey, benim gerçeğimle bağdaşmayan bir yüzey. Ne düzenli bir iş, ne iyi bir konut, ne de başarılı bir birey olmak yada sayılmak benin gerçeğim değil. Bu kolay olgulara, siz bu düzeni böyle saptırdığınız için ben de eriştim. Hem de hiçbir çaba harcamadan. İstediğiniz düzene erişmek o denli kolay ki ... ama insanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını, aklını, varoluşunu verdiği iç dünyasının olgularının sizler için hiçbir değeri yok ki... Bırakıyorsun insan onları kendisiyle birlikte gömsün. Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla hiç bir bağdaşmayan yönüm yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum. Yaşamım boyunca içimi kemirdiniz. Evlerinizle okullarınızla, iş yerlerinizle. Hiçbir yerde değilim, hiçbir yerde olmayacağım. Hiçbir şeyi benimsemeyeceğim. Her toprak her insan ben değimiyim. Her insan kendi sevgisini taşımıyor mu? O halde ilişkileri bir tek insanda toplamak. Alışılagelmiş ilişkilerin dışına çıktığın an, insanı yadırgıyorlar. Toplumdışı bırakmak için tüm çabaları harcıyorlar.



Toplum dedikleri kitlenin bir aradaki dayanılmaz yabancılaşmasını sanki kimse algılamıyor। Aklımı ellerinizden kurtardım. Ben gökyüzümün altında, topraklarımın üzerinde olacağım toprakların dümdüz ve sonsuz ufku boyunsa sürekli gideceğim.


Kuralar doğrultusundaki bir yaşam yalnız ve yalnız durgunluktur। Çevremde olup bitenleri kavranması benimsenmesi olanaksız. İnsan yalnız kendi değer yargılarını benimsiyor. Ve bunlar genel yaşam yargılarından o denli başka ki॥ Uzun yıllar boyu bu yaşama karşıt yaşamı sürüklemek hiçte kolay değil. Hem kolay, hem de mümkün değil.


Yabancısı olmadığım tek bir olgu var। o da kendi varoluşum. Belki de tek mutluluğum bu. Tek bağlantım. Kendimi kavrayamazsam tüm varoluşum yitmiş demektir. Tek günah, insanın kendi yaptığını yaptığını kavrayamamasıdır. Duvarlarım gerisine dönmem gerek. Gökyüzü altındaki yaşam bana göre değil. Ben ve benim gibilerin tüm çevresinin gene kendi duvarları gerisi olduğunu anlıyorum. Kumsalımız ağaçlarımız, caddelerimiz, sevgilerimiz yalnız ve yalnız düşüncelerimizle sınırlı. Oysa ben tüm yaşamı gökyüzü altında bir tatil olarak görüyorum. Ve aynı anda her şey olmak: Kadın, erkek, çocuk, yetişkin, deniz, güneş, gece, sabah, korku, cesaret, sonsuzluk, sınırlılık, karanlık,bulut, seven, sevilen, giden, duran, anlayan,anlamayan, doğan, doğmamış olan, var olan ve var olmayan bir hiç.


Tüm yaşam diye düşünüyorum böyle sabahlarda, tüm yaşam güneş altında bir oyun। Birdenbire önüne açılan gecenin gökyüzü olduğunu kavradı Ve gözü ancak sabah ağarırken bir trende oturacağını ve yaz günleri altındaki topraklarda ilerleyeceği kadarını görüyordu. Bağımsız geçip gideceği, o görünmeyen insan duvarları gerisine her zaman için kapanacağını görüyordu. İşte sınır buydu ve tutukevinin tüm suskunluğunu hiçlikte yitti,gecede. Kimsenin beni nasıl karşıladığını hiç düşünmüyorum. Belki bencillik ediyorum ama artık bir yerde, ancak benim, kendimin herkesi ve her olguyu nasıl karşıladığım ilgilendiriyor beni. Her zaman yabancı insanlar bize dostlarımızdan daha çok sunan, veren kişiler. Öyleyse yaşamımızı neden yalnız yabancılar arasında geçirmiyoruz. Hiçbir beklenti olmadan, hiçbir yük olmadan yada insanın kendi kendine mutluluk dediği kısa anlardan yoksun. Tüm duyguların en güzeli duygusuzluk ki, insan tüm dünyayı ve tüm insanları kucaklayabileceği duygusuzluğun duygusu.






27 Ağustos 2007 Pazartesi

Teknoloji, Ne ola ki ?

Teknoloji, toplumsal ilişkiler bakımından güç ilişkileri açısından bakıldığında, paylaşımda eşitlemeye mi yoksa eşitsizliklerini artmasına mı yol açıyor?

Teknolojik değişim ve gelişmeler beraberinde yeni kültürel değerleri getirmektedir.

Modern tahakküm yalnızca kültürel araçlarla değil mikro teknikler olarak günlük hayatın her alanını denetleyen kontrol mekanizmaları geliştirmiştir.

Yeni döneme bilgi toplumu denilmekte ama gerçekte bilgi fakiri toplum yaratılmakta, bilgi bireylerin denetimleri dışında onlara hükmeden bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır.

Yeni dönemde teknoloji, yeni bir insan tipi üretmekte, toplumu tek tipleştirmekte, insani toplumsal ilişkilere zarar vermekte, bir önceki döneme göre muazzam tahakküm araçları geliştirmektedir. Özellikle yeni tahakküm araçları, kendisini en çok kitle iletişim ağlarında göstermektedir.


Teknoloji tarafsız değildir.
Teknoloji, akılcıl bir sistemdir.
Teknoloji, toplumsal ilişkileri yeniden düzenleme aracıdır.

Bilim ve teknoloji, merkezi otoritelerin (özel şirketlerin) yönetenlerin, toplum ve bireyler üzerinde tahakkümünü ve denetimini kolaylaştırmakta ve de pekiştirmektedir

Kapitalizmde geliştirilen teknolojinin, kapitalist yönetici sınıfın toplum be bireylerin hayatları üzerindeki kontrollerini devamlı kılmak ve arttırmak üzere geliştirilmiştir.

Sibernetik ve elektronik, bilginin daha önce bilinmeyen düzeylerde toplanması ve depolanmasını sağlıyor; giderek daha fazla yoksullaşan ve potansiyel olarak isyankarlaşan dünya nüfusunun çok daha fazla gözetlenmesini mümkün kılıyor.

Kontrol tam olarak, geliştirilen teknolojik sistemin içinde bulunuyor.

Teknoloji; Yönetici sınıfın çıkarları doğrultusunda yaratılmış; asla bizim gereksinim ve arzularımıza hizmet etmeyi amaçlamayan, aksine hakim düzenin kontrolünü daimi kılmayı ve çoğaltmayı amaçlayan özel bir araçtır.

Huxley, gelişmiş teknolojinin zengin ve güçlüleri daha da güçlendirdiğini yönetilenlerin üzerinde yeni otorite kurma ve daha gelişmiş kandırma araçlarını geliştirdiğini şu şekilde belirtmektedir: “ İlerleyen teknoloji “güçlü”leri daha da güçlendirmiştir; onlara yalnızca daha güçlü, daha yetkin zorlama ve sindirme araçları donatmakla kalmamış, ellerine bir de geçmiş hükümdarların buyruğundakilerle karşılaştırılmayacak ölçüde, kat kat üstün “inandırma ve kandırma araçları”nı bularak vermiştir.”

Madde, insanlığın hizmetinde olacakken, insanlık maddenin uğruna feda edilmiştir.
Bilimsel-teknolojik gelişmelerin sonucu olarak ortaya çıkan yeni değerler kapitalin ve malin tüketiminin ardından, ruhun tüketimini öngörmektedir. Zaten yaşam bulma şansı da buna bağlı olacaktır. Yani bütün dünya nimetlerinin, insanın hizmetine verildiği gerçeğinin tersyüz edilmiş şekli olarak, teknoloji karşısında çaresiz ve köle durumuna düşmüştür insan.
Bizlere mutluluk ve daha iyi bir yaşam getireceği talebiyle ortaya çıkan teknoloji, sonunda bizleri kendine mahkum ederek, kendi gerçeğimizden uzaklaştırdı.

Habermas, bilim ve teknolojinin doğaya hükmetmenin bir aracıyken zamanla bu durumun iktidarlarca insanların insanlar üzerinde tahakküm kurma aracına dönüştüğünü, iktidarların kendilerini teknoloji ile ölümsüzleştirdiğini, teknolojinin bireysel ve toplumsal özgürlüğü ortadan kaldırdığını ve totaliter bir rejime zemin hazırladığını vurgulamaktadır.

Marcuse’a göre ileri sanayi toplumunun en rahatsız edici yanlarından biri de; akıldışılığın akılsal karakteridir… Savurganlığı ihtiyaca ve yok etmeyi var etmeye çevirme yeteneği, bu uygarlığın nesne dünyayı insanın zihin ve bedeninin bir uzantısına dönüştüğünü düzey yabancılaşma kavramını kendisini sorgulanabilir kılmaktadır… Bireyi topluma bağlayan düzeneği kendisi değişmiş ve toplumsal denetim, üretmiş olduğu yeni ihtiyaçlarda demirlemiştir.

26 Ağustos 2007 Pazar

Sosyal Bir Sistem Olarak Kapitalizm


Kapitalizm, batı toplumların tarihsel koşullar içerisinde ortaya çıkmış, önce İngiltere’de sonra batı Avrupa ülkelerinde yayılmış bir toplumsal sistemdir. Bu sistemin öncelikle ekonomik ve ideolojik temelli vardır. Ortaya çıkışından günümüze kadar büyük değişimler yaşayan bu sistemin altyapısı toplumsal eşitsizliğe dayalıdır. Özünde değişmeyen şey: Bir tarafta yöneticiler, yönetenler (karar vericiler) yani zenginler, elitler, ezenler diğer tarafta yönetilenler, çalışanlar ( halk) yani yoksullar, ezilenler vardır. Yönetim anlayışında sözde bir demokrasi vardır. Gerçekte oligarşik (belirli azınlığın çoğunluğu yönettiği bir yönetim anlayışı) bir yapı vardır. Hukuk, siyasal ve sosyal yapı, güçlünün, zengin elitlerin çıkarına göre düzenlenmiştir.Bu sistemde tüm özgürlükler paraya bağlanmıştır. Kısacası paranız kadar özgürlüğünüz vardır.


Kapitalizmin tarihini, gelişimini, ekonomik ve politik anlayışına bakıp incelediğimizde günümüzdeki var olan pek çok toplumsal sorunun kaynağında bu sistemden kaynaklandığı görülmektedir.Kapitalizmi anlamadan, geçmişini bilmeden, günümüzdeki insanlar arasında kitleler arasında, devletlerarasındaki çatışmayı ve savaşları anlayamayız. Çünkü bu sistem insanı merkeze koymayan hep sömüren bir sistemdir. Günümüze kadar gelişip yayılması varlığını devam ettirmişse bunu kullandığı zoraki şiddete borçludur. Bunun için vahşi kapitalizm denilmektedir.Kapitalizm’in günümüzde kendisini toplumsal alanda yeniden yapılandırdığı araçların başında medya gelmektedir.


Medya aracılığıyla toplumun her alanı kontrol altında tutulmaktadır. Medya, insanların ilgisini ve dikkatini çeken her şeyle ilgilenir. Bunlar genelde insanlara haz veren şeylerdir. Eğlence oyun, seks, yiyecekler, giyecekler, oyuncaklar, mutluluk acı, umut vb. Hangi dili konuşuyorsanız, hangi renktenseniz, hangi dindenseniz sistemein medyası o olur ve sizinle ustaca ilişkiye girer.Medya gücünü bilimsel ve teknolojik gelişmelerden aldığı gibi insan doğasına ait bilgilerden de almaktadır.



Günümüzde, modern savaşların araçları değişmiştir. Eskiden tank ve toplarla yapılan savaşların yerini teknoloji ve iletişim savaşları almaktadır. Televizyon ve Internet yeni savaş teknolojisinin en önemli önde gelen araçlardır. Bu araçlarla milyonlarca insan kan dökülmeden tutsak edilmekte ve esir alınabilmektedir.


Kitle iletişim araçlarının egemenlerin güçlülerin çıkarına endeksli gelişimi, insanoğluna zarar veren bir noktaya taşınmıştır. Bugün toplumsal alanda nükleer savaşlardan daha etkili ekonomik ve psikolojik bir savaş hüküm sürmektedir. Bilgi çağında yaşıyoruz ama bilgi gücünü zenginler kitlelerin üzerinde tahakküm aracı olarak en iyi şekilde kullanmaktadır. Zenginler zenginliklerinin kaynağı olarak gördükleri yığınların kontrolünü ellerinde tutma arzusu, onlara egemen olama ve hükmetme arzusunu psikolojik savaş yöntemleriyle gerçekleştirmeyi sürdürmektedir.


Toplumsal sistem içinde alt sınıf insanların sayısı her geçen gün artmakta alt sınıf inanları yaşadıkları sosyal sorunların kaynağını ve düşmanını artık tanımamaktadır. Elit zengin sınıfı büyük bir dayanışma içerisinde örgütlenirken yönetilen kitleler din, milliyetçilik, etnik yapı gibi nedenlerle birbirine düşmüştür.Kitle iletişimi araçları, kapitalist toplumsal sistemde çoğunlukla egemen sınıfın lehine işlemekte, bu araçlar sömürü sisteminin bir ürünü olmakta ve egemen güçlerin güçlerine güç katan bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.

kısa film

COME and SEE fiminden

19 Ağustos 2007 Pazar

KÜRESELLEŞME NEDİR ?


Küreselleşme;

-Dünya için tasarlanan dev bir projedir.

Küreselleşmenin amacı;

-Devasal şirketleri daha da güçlendirerek, dünyanın yönetimini belirli bir gücün,grubun, elittin denetimine sunmak.
-Güç ve zenginliğin birkaç kişinin elinde toplanıp seçkinler oligarşisini yaratarak, birkaç kişinin çıkarı pahasına(süper zenginlerin) dünyanın her yerinde kitlelerin yoksullaştırmak, farklı coğrafyaların kültürlerini yağmak.

Ticaret kültürünü ve ruhunu yaymak, buna direnen her türlü gücü ve oluşumu ortadan kaldırmak.

Ticari piyasaları kullanılarak, dünya uluslarının yer altı kaynaklarını, zenginliğini çok uluslu dev şirketlere sıcak para transferi akıtmak.

-Yaşamın bütün alanlarının birbirinin içine sokup kolonileştirmek, insanları belirlenmiş yaşam alanlarında yaşamaya zorlamak,
yeryüzünün duyarsızca yağmalamak.

Gezegene inanılmaz oranlarda atık ve zehir bırakmak.

insanoğlunu geliştirmiş teknolojiyi (iletişim araçlar, medya,internet) insana tahakküm kurmak için kullanmak.

Dünyaki insan nüfusunu biyo -kimyasal yöntemlerle belirli bir sayıya indirerek etkili ve denetimi yönetimi sağlamak.

İnsanın tinsel dünyasını ortadan kaldırmak.

Doğaya hükmetmek, doğanın dengesini bozmak, birçok hayvan ve bitki türünün ortadan kalkmasına neden olmak .


Paraya ve mallara tapan bir toplum yaratmak

Alışveriş manyağı insanlar üretmek

Savaşlar çıkartılarak, insanoğlu birbirine kırdırılarak, bunun üzerinden ekonomik ve politik çıkar elde etmek.

Küreselleşme, ekonomik bir terördür. Sonucunda insanlara getirdiği-getireceği şey yıkımdır. Küreselleşmenin mağdurları dünyanın fakir insanlarıdır. Kapitalist sermayedarlar, bugün dünyayı küresel bir toplama kampına dönüştürme çabası içerisindedirler. Bunun sonucu kitlesel kıyımlar ve yıkımlar olacaktır. Aynı şekilde ticaret özgürlüğü, serbest piyasa terimleri küresel bir terördür. Globalleşen dünyada büyük şirketlerin gücü karşısında insanlar güçsüzleşecek, zenginler zenginliklerine güç katacak, fakirler sefaletin içinde yuvarlanacaklardır. Haksızlık yasal bir kural haline gelecek, yüce insanlık değerleri değersiz bir hale gelecektir. Adaletsizlik eşitsizlik, yoksulluk zalim baskılar diz boyu artacaktır.
Küreselleşme, kültürel düzeyde bir asimilasyon ve talan politikasıdır.
Küreselleşme dünya devletlerinin haritasının değişmesidir.
Küreselleşmeyi dünyadaki kapitalizmin egemenliğini pekiştiren bir olgu olarak düşünmek gerekir.

18 Ağustos 2007 Cumartesi

KİTLELERİN TANRISI: TELEVİZYON

İnsanların hayatın gerçekliğine, doğaya, topluma yabancılaşmasına,

Toplum içindeki bireylerin kendi kendilerine yabancılaşmasına,

Bireyler arasında şiddetin ve saldırganlığın daha da yaygınlaşmasına,

Toplumsal olayların oluşumunu, provake ve manipule etmesine,

Savaşların oluşumuna ve desteklenmesine zemin hazırlamasına,

Psikolojik sorunlarının artmasına ve bunların toplumsal sorun haline gelmesine

Tekilleşme ve toplumsal duyarsızlaşmaya,

Çıkarcılığın, güvensizliğin ve kuşkuculuğun artmasına,

İnsanların adalet kavramına olan güvenlerinin yitirilmesine,

Toplumda ahlaki dejenerasyonun meşrulaşmasına,

Toplumsal ve kültürel değerlerin (din, milliyetçilik, ailesel değerler gibi), bireylerin üzerinde, sömürü malzemesi olarak kullanılmasına,

Şiddet, seks ve cinselliğin aşırı imajinasyonla ön plana çıkartılarak, sömürü ve tüketim malzemesi haline getirilmesine,

Bireylerin, duygu ve düşünce dünyalarına müdahale edilmesine, sömürülmesine ve bir mübadele aracı olarak bunun üzerinden çıkar sağlanmasına,

Toplumda gruplaşmalar, kamplaşmalar; ideolojik, siyasi, dinsel önyargılar oluşturulmasına,

Toplumsal ve ekonomik eşitsizliklerin meşrulaştırılmasına,

İnsanların yanlış bilgilendirilmesine ve cehaletin artmasına,

Ve genel olarak, kültürel kirliliğin her alanda artmasına neden olmaktadır.

16 Ağustos 2007 Perşembe

BİLİNÇ ENDÜSTRİSİ

Türkiye bugün, toplumsal yapıda çok hızlı bir kültürel değişim süreci yaşamaktadır. Bu değişim, dayatmacı ve zoraki bir değişim olarak karşımıza çıkmakta; tarihsel değerleri ve kültürel birikimi ortadan kaldırma tehdidinde bulunmaktadır. Toplumun sosyo-kültürel bir çözülmenin eşiğine geldiği ve bireylerin bir kültür şoku ile karşı karşıya kaldığı görülmektedir. Model olarak sunulan Amerikan toplum modeli farklı yönleriyle Türk toplum yapısına uymamakta ve bu model, paranın insana egemen olduğu bir düzeni öngörmektedir. Bu durum “gücün güce yettiği”, “alta kalanın canı çıksın” zihniyetinin egemen olduğu bir anlayış olarak karşımıza çıkmaktadır.
Günümüz Türkiye'sinde psikolojik hastalık ve rahatsızlıkların hızla arttığına tanık olmaktayız. Son yıllarda psikoterapi merkezlerinin açılması ve psikologlara başvuran insan sayısındaki hızlı artış bunun kanıtı olarak karşımıza çıkmaktadır. Yaşadığımız şehirden (Mersin'den) örnek vermek gerekirse, daha önce var olan iki veya üç psikoloji danışmanlık merkezi bir yıl içinde katlanarak on üçe çıkmıştır.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de kurumlar halinde örgütlenen bilinç endüstrisi, itaat eden, birbirine benzeyen insan kitleleri üretmekte; bu kitleler üzerinde muazzam güçlü teknolojik zihin kontrol mekanizmaları geliştirmektedir. Aynı şekilde eğlence endüstrisi, bilgisayar, televizyon, cep telefonu, insanların konuşma ortamlarını ortadan kaldırmakta, bunun sonucunda bireyler arasında klasik yabancılaşmadan farklı olarak “dijital yabancılaşma” kavramını gündeme getirmektedir. Bu davranış biçimlerinin özellikle gençler arasında da yaygınlaşması önemli bir problem alanı olarak belirmektedir.
Belirli kurumlar tarafından ithal edilen eğlence endüstrisi ve iletişim teknolojisi, beraberinde kendi değerlerini de getirmektedir. Zaman içinde çevrenin değerleri haline gelen pazar ekonomisinin değerleri; insanlarda, zengin olma, moda düşkünlüğü, araba ve hız tutkusu, pornografi eğilimi, müzik starı olma gibi istek, tutku ve inançların oluşmasında etkili olabilmektedir.
Gündelik hayatta “bilinç endüstrileri” diyebileceğimiz kurumların neden olduğu psikolojik hastalıklar, toplumun tüm bireylerinde benzer sorunlar şeklinde görülmesi dikkat çekicidir. Artık yetişkinlerde olduğu gibi yeni kuşaklarda da ortak olarak görülen rahatsızlıklar şu şekilde karşımıza çıkmaktadır: Yalnızlık, sevgisizlik, korku, kaygı, öfke, gerilim, stres, depresyon, saldırganlık, huzursuzluk, yorgunluk, hafızanın zayıflaması, iletişim kuramama, kadercilik, çaresizlik, endişe vb.
Toplumsal ilişkilerde hızla yok olan değerler ise dayanışma, dürüstlük, sorumluluk, hoşgörü, saygı, sevgi, emeğe değer verme, yardımlaşma olarak karşımıza çıkmaktadır. Tüketime dayalı yaşam tarzının dayattığı değerler ise ikiyüzlülük, birbirini ezmeye ve kullanmaya çalışmak, üstün olmak, farklı olmak, dolandırmak, benmerkezcilik şeklinde belirmektedir.
Bu dönem, yazılı ve sözlü kültürden farklı olarak, görsel kültürün ön plana çıktığı bir dönemdir. Yazılı ve sözlü kültür paylaşım, işbirliği ve toplumsal sorumluluk duygusuna önem verirken, görsel kültür benmerkezciliğe vurgu yapar.
Enflasyon, işsizlik, yoksulluk gibi toplumsal sorunlardaki artışın televizyon izleme sürelerinin de artışıyla, internet kafelerin ve büyük alışveriş merkezlerin çoğalmasıyla paralellik göstermesi dikkat çekicidir. Bu dönemde iyi bir seksi vücuda sahip olmanın iyi bir kafaya sahip olmaktan daha fazla kazanç getirdiği düşüncesi hakimdir. Toplumun afyonu haline dönüşen televizyon, insanları ahmak otomatlara dönüştürmeyi neredeyse başarmış durumdadır. Aynı şekilde, televizyon şiddeti yeni kuşaklara öğreten bir model olarak karşımıza çıkmaktadır.
Doğal olan her şey yerini yapay olana bırakmakta, sahte bir özgürlük yanılsaması içerisinde olan bireyler hayatın öznesi olmaktan çıkmaktadır.
Yerel değerlerin işleyişi, kültür tüccarları ve çıkarcı toplum profesyonellerinin ellerinden kurtarılması gerekir. Bu işin uzmanları, akademisyenler, öğretmenler olmalıdır. Eğitim kurumu yeni toplumsal işleyişin içinde işlevlerini tekrar kazanmalıdır. Çağın değişimine ve yeni ihtiyaçlara yönelik bir eğitim anlayışı geliştirilmeli ve bilinç endüstrisinin olumsuzluklarını gidermeye çalışılmalıdır.
Düşünebilen, sorgulayan bireyler olmak açısından açısından,kitap okuma alışkanlığını yeniden kazanmak gerekir. Tüketim anlayışının değişmesi, yapay ihtiyaçların ortadan kaldırılması, reklâmlara kuşkuyla yaklaşılması, çok kitap ve dergi okunması (bilinçli), çok televizyon izlenmemesi, maddi olanakların paylaşılması çözüm yolu olarak karşımıza çıkmaktadır.

13 Ağustos 2007 Pazartesi

Franz Kafka'nın Dönüşüm Romanına İlişkin Bazı Değerlendirmeler


Kafka, yaşadığı dönemin en büyük yazarlarından birisidir. Toplumsal ve bireysel sorunlarını kendi yaşadıklarından yola çıkarak anlatmaya çalışır. Kafka’nın annesi zengin bir alman yahudisidir. Babası önce bir işçi iken, sonradan zengin olan bir tüccardır. Kafka’nın içedönük ve huzursuz bir kişiliğini vardır. Çeşitli ailevi ve toplumsal sebepler yüzünden çevresine yabancılaşarak büyür. çek kökenli bir aileden geldiği halde almanca’yı ana dili olarak kullanan kafka, kendisini tam anlamıyla bir alman olarak göremedi.
Kafka,1906'da hukuk eğitimine başlar. Eğitimini tamamladıktan sonra bir sigorta şirketine girer. Dönemin ünlü edebiyatçısı Max Brod ile tanışıp, Prag edebiyat çevresine katılır. Sigorta şirketinde çalışmaya başladıktan sonra yabancılaşma duygusu iyice gelişen Kafka 1912'de Felice Bauer ile tanışır. Felice ile nişanlanmasına rağmen evlenemez.. Bu ilişkiden geriye beş yüzü aşkın mektup bırakır. Birinci Dünya Savaşı sırasında fiziksel yetersizlik nedeniyle askere alınmaz. 1917 yılında vereme yakalandığı anlaşılır. Nazilerin Çekoslovakya'yı işgali sırasında üç kız kardeşi de toplama kamplarında öldürülür.

Kafka, roman ve öykülerinde toplumsal kurumları eleştirmiş, en genel anlamda da kapitalist ekonomik sistemi ve kapitalizmin felsefesini oluşturan modernizemi dolaylı bir şekilde eleştirir. Kafka’nın yaşadığı dönem, kapitalizmin klasik aşaması olan endüstrileşme- sanayileşme aşamasıdır. Bu dönemde kapitalizm, batı ülkelerinin dışında dünyaya henüz yayılmamıştır. Batı, kapitalizmi kendi içinde yaşamaktadır.
Kafka yaşadığı döneme tanıklık eder. Roman ve öykülerinde ana temalar yabancılaşma, insanların mekanikleşmesi, bürokrasinin getirdiği katı kurallar, devletin ve ailenin bireyler üzerinde kurduğu otorite vb. kavramlar üzerinedir. Kafka, eserlerinde kapitalist sistem içerisindeki toplumsal ilişkilerin çarpıklığını, acımasızlığını, insani olmayan boyutlarına vugu yapar. Anlatım dili zengin imgelerle doludur.
Kafka dönüşüm romanında da oğul ve baba ilişkisini anlatır. Aynı şekilde Yabancılaşma kavramı Dönüşüm’de, güçlü biçimde anlatılmaya çalışılmaktadır. Bir sabah yatağında bir böcek olarak uyanan Gregor Samsa, istemi dışında oluşan bu dönüşümü bir türlü kabul etmek istemez. Ailesi ve patronu, bir şaşkınlıktan sonra, onun bir böcek olduğunu kabul ederler. Böcek olunca, yeni bir konuma giren Gregor Samsa, o güne kadar sürdürdüğü yaşama, çevresine, bambaşka bir gözle bakmaya başlar.

Dönüşüm, toplum içerisindeki bireyin trajedisini anlatır. Aynı şekilde dönüşüm, aile kurumunun bireyin üzerindeki otoritesinden, hâkimiyetinden ve bireyi yok edici yanlarından bahseder. Birey, toplumsal sürünün dışına çıktığında ezen toplumun realitesiyle karşı karşıya kalır. Dönüşüm’de toplumsal ilişkilerin kurallarına, kalıplarına bilinç düzeyinde başkaldıran bireyin trajedisini çarpıcı biçimde dile getirilir. Gregor Samsa'nın başkalaşması, eleştirmeyen, ama yalnızca 'boyun eğen' bir toplum teki olmaktan çıkma anlamını taşır.

Gregor Samsa, dönüşüm geçirdiği güne kadar uslu oturduğu sürece de benimsenip sevilmiştir. Samsa’nın başkaldırısı bilinçaltında başlamıştır. Gregor Samsa’nın böceğe dönüşmesini, gerçekte artık başkalaşmasıdır. Böceğe dönüştüğünden itibaren, böceğin iğrençliği, çizgisi sürüyle uyuşmayan bağımsız bireyin iticiliğiyle özdeştir.

Kafka’nın dönüşüm eserinde gülmece öğesi yoğun bir şekilde hissedilir. Romanda anlatılarak sözü edilen hayvan aslında, insandır.

Özetle Dönüşüm romanında işlediği konu 20. yüzyılın sanayi sonrası batı toplumun açmazını ve içine düştüğü yalnızlık ve yabancılaşma sürecini çok iyi gözlemlemiş ve işlemiştir.

11 Ağustos 2007 Cumartesi

RİMBAUD



Rimbaud, başkaldırının simgesidir.

O her türlü onursuzluğu ve aşağılanmayı reddetmiştir.

Uygarlığın sahte dünyasından nefret etti ve ona saldırdı.

Kendisini yaşamak ve gerçekleştirmek için tüm sınırlamalarla gücünün sonuna kadar savaşır.
yaşadığı dönemde Avrupa'yı tren ve gemilerle boydan boya dolaşır.

Toplumun kültürü ve kurumlarıyla dalga geçer.

Sıradan insanların peşinden koştukları salakça mutluluk anlayışı peşinden koşmadı.

O sadece insanca yaşamak istiyordu.

O daha fazla mekan daha fazla özgürlük istiyordu.

Asla boyun eğmedi.

Onu sadece hareket ve eylem ilgilendirdi.

Hasta çağın bireyi olmadı.

Bir başka gezegenin yıldızı oldu.

Kendisini bu dünyaya ve yaşadığı zamana ait hissetmedi.

10 Ağustos 2007 Cuma

ANTONİN ARTAUD


"Toplumsalın sonu olarak görülen günümüzde, ne tür bir özne olunması gerektiği de sistemler tarafından çoktan saptanmış durumda.


Kapitalizmin üretime yönelik mal ideolojisinin, üretimden öncelikle anladığı şey: "Tüketim öznesi üretimidir. Bu tüketim öznesi toplumsal şizofrenin bir parçası olmamak için kitle kültürünün, aynılığının bir parçası olmayı tercih edebiliyor ve tercihte bize özgürlükmüş gibi pazarlanabiliyor."

"Günümüzde kör olmak emrediliyor".


Yaşadığımız görsel karmaşa, bilincin yada bilinç altının süzgecinden geçen her imge, mevcut imaj bombardımanıyla bir tür manipülasyonu önceliyor. Böylelikle her geçen gün biraz daha görsel olanın tahakkümü altına giriyoruz.


İktidarların evlerimizdeki gözü,T.V ne yapmamız, nasıl davranmamız, nerede ağlayıp, nerede gülmemiz gerektiğini, nerede hiç bir şey yapmayacağımızı öğütlüyor. "


Bizler epik oranlara varmış bir ruhsal saldırının eşiğindeyiz"

Yanılsamalı gerçeklik, ben artık bir başkasıdır, sözü, bu noktada başka bir durumu açılıyor.



Çünkü bir deli, toplumu dinlememiş olduğu ve dayanılmaz gerçekler söylemesini engellemek istemiş olduğu bir insandır da. Böylece, daha yumurtası kabuğunda bir savaş, bir devrim, bir toplumsal kargaşa durumunda, birlik olmuş bilinç sorgulanır ve kendini sorgular, yargısını da duyurur.


Her çılgın insanda anlaşılmamış bir dahi vardır, kafasında parlayan fikrin herkesi korkuttuğu, ve hayatın kendisine hazırlamış olduğu boğazlamalara bir çıkışı ancak sayıklamalarda bulabilmiştir. birlikte görsel kültürün, ağırlıklı olarak cinsellik ve şiddet temalarıyla yoğunlaşması ekran karşısındaki insanı giderek etkisiz hale getirmiş ve sanal bir gerçeklik ile ilişki kurmasına neden olmuştur.


Ekranın hakimiyeti altındaki insan, büyülenmişçesine izlediği görüntü bombardımanı karşısında kendisi olmaktan çıkarak imaj dünyasının bir kuklası haline geldiğini görürüz. Ekranın güdümünde sanal bir gerçekliği yaşamaya başlayan insanın yaşadığı gerçeklik, imaj dünyasının imgesel ve yanılsamalı gerçekliğine dönüşür. Kendi gerçekliğiyle bu, yanılsamalı gerçe "Kendi kendine, ve bedenini hesaba katarak, düşünmek isteyen kaçınılmaz olarak kurulmuş dile çarpacaktı ve o dil ile düşünmenin ne kadar olanaksız olduğunu acı çekerek sınayacaktır. Çünkü bir dilin biçimleriyle ve içerikleriyle alırsanız, düşünürseniz, o zaman öbür düşünceleri tekrarlamaktan ve herkes gibi düşünmekten başka olasılığınız kalmıyor

JİM MORRİSON



Yoğun yaşam biçimimiz hepimizi dar bir alanda tanımlanmış bir rol veriyor, buna bağlı olarak ta ruhumuzdaki unsurları geliştirmeye yönelik yaratıcı eylemlerde ancak o rolün sınırları içerisinde olabiliyor.

Ruhumuz bu sınırlı alan bölgesi dışındaki bölgelerde ziyan edilmiş oluyor. Tabi birde iletişin eksikliği... birçok faktör birleşip korkuyu güvensizliği, sayıklayıp umudun yok olmasını sağlıyor.

İnsanoğlu kendi zamanının labirenti içersinde geçen yolu zamanına yenik düşmeden ama bu zamanın dışına atlamadan bulmalıdır.
Bu yayvan sonsuza dek hayal kırıklığıyla dolu ve gerçekliği değiştirmenin
tek yolu onu inkar etmektir.

Bir varoluş savaşını veren birey yoz düzene bireysel ve öznel açıdan başkaldıran özgür ruhlu ki önünde sonunda suç işlemeye, delirmeye kendine kıymaya katlandığı acıların üzerine sünger çekmekle manen ölmeye mumyalanmaya bitkisel bir yaşama mahkumdur.


Arabalarda yaşıyoruz donuk okullar arasında boşuna geziniyoruz ve hiçbir boş yer bulamıyoruz. Aldatıcı gülümsemeler inanılmaz zorluklar ama dayanmayı başaranlar
tarafından çekilen.


Tanrılar hayallerle uyuştururlar bizi. Bize kitaplar konserler, galeriler şovlar, sinemalar verirler. Özelikle de sinemalar. Sanat yoluyla kafamızı karıştırırlar ve köleliğimizin içinde kör ederler bizi. Sanat hücre duvarlarımızı süsler, sapkın ve bir örnek tutar bizi.

LAUTREAMONT



Lautreamont kafadan çatlak ve karanlık bir adamdı.


maldororun şarkıları adlı eserini bitirdiğinde henüz yirmi iki yaşındadır.


O da ruh kardeşleri Rimbaud,. Baudleare, Novalis,Edgar Alen Poe,Rilke gibi ondokuzuncu yüzyılın en büyük dehalarındandır.


Lautreamont, Kısa ömrüne karşın çok şeyler yaşamış kendini yalnızlığa adamış bir dehadır.


Dünyayı oluğu gibi kabul etmektense yıkımı ölümüne seçmiş dehşet bir şairdir.


Yaşadığı dönem dünyada dinlerin yüceltilip kutsandığı, dinin hayatın her alanına nüfuz ettiği zor bir dönemdir.


Lautreamont, Çağın egemen dil anlayışına karşı çıkarak kendine özgü şiirsel bir dil anlayışı geliştirir.


Yarası acısı vardır ve hep kanar yarası.


İnsanoğlunun yaptığı kötülüklere karşı dinilmez bir öfke ve kin duydu.


kısa yaşam yolculuğunda geçici zevkleri küçümseyerek geri çevirdi.


Ruhuna düşkün bir serüvencidir o.


Kendi doğasının yasalarını aradı hep.
*doğruluğu kesin bir şey çelişkilidir. bir çok yanlış şey çelişkisizdir.çelişki yanlışlığın simgesidir.çelişkisizlik doğruluğun simgesidir. İnsanın, sahip olduğu şeyin yok oluşunu duyumsaması korkunç bir şeydir. Yanılgılardan yoksun bir öznedir insan. Her şey ona gerçeği gösterir.hiçbir şey yanıltmaz onu.gerçekliğin iki kaynağı olan us ve duygu, içtenlikten yoksun olmamaları bir yana, aynı zamanda aydınlatırlar birbirilerini.

*Hayatımızı elinde tutan büyüklerimizin amacına karşın, bizi düzelten, bastıramayacağımız,bizi eğiten bir içgüdümüz var

*ağlıyor mu sun? Sana soruyorum karların ve sislerin kralı. Gözyaşı görmüyorum kaktüs çiçeği gibi güzel yüzünde, ve göz kapakların kuru, tıpkı sel yatağı gibi; ama gözlerinin gerisinde, boynunu kocaman bir akrebin ısırdığını saflığının içinde kaynadığını kan dolu bir tekne görür gibi oluyorum.

*bütün erdemleri küçümseyen ben; cennetin yıllıklarını alaşağı ettim ve bilmem hangi alçakça bir dalavereyle ona gücünün ve sonsuzluğunun emanet edildiği o görkemli günden bu yana yaratıcının unutmadığı ben.

* ne cesaret! Ne baş eğmez ruh! Yol vermeyen denizin dalgalarını gücüyle yararken, başının devinimsiz duruşu sanki yazgıyı umursamıyor gibiydi.

* ben insanlığın sahip bulunduğu en güzel şeyi bunca tiksintiyle geri çeviren ben, ne istiyordum!

*insanlığın alçaklığından yapılmış olan yaratıcıyı üzerinde bulunduğu ayaklıktan aşağı indirdim, bana ödünç verdiğiniz zehirli silahla!
*Güzeldir kentlerin yıkıntılarını seyretmek, ama insanların yıkıntılarını seyretmek çok daha güzel.”
* o kendisi için şarkı söylüyor,benzeşleri için değil. İnsan terazisinde tartmıyor esinin boyutlarını. Bir rüzgar gibi özgür, korkunç iradesinin baş eğmez kıyılarında, bir gün karaya oturmaya geldi. Kendisinin dışında hiçbir şeyden korkusu yok... yoluma devam edeceğim,yüzüm ateşler içinde, ve durmadan haykıracağı: hayır..hayır...

31 Temmuz 2007 Salı

NİETZSCHE


*Gerçekten güzel bir kentte sürekli yaşanamaz, böyle bir kent, insanın bütün özlemlerini öldürür.

* Yalnız olmak öyle önemli ki, insan bunun için hep yeni yerler bulmak zorundadır.

*İnsan ancak sürgündeyken dünyanın ne kadar önemli bir bölümünün hep bir sürgünler dünyası olmuş olduğunu anlıyor.

*Evet kirli bir ırmaktır insan. Kirli bir ırmağı içine alması ve bozulmadan kalması için deniz olmalı kişi.
*Ben yaşamasını bilmeyenleri severim çünkü bunlardır karşıya geçenler.

*İnsanlar arasında yaşamayı hayvanlar arasında yaşamaktan daha tehlikeli buldum.

*Ben kulaklara göre bir ağız değilim.

*Düş gibi gelirdi bana dünyanın ve tanrının masalı.

Evet tanrı olsaydınız utanabilirdiniz giysilerinizden!..

Sezmekte ve susmakta usta olmalı.

Yalnızlığın bittiği yerde pazar yeri başlar. Pazar yerinin başladığı yerdeyse, büyük oyuncuların gürültülü ve ağılı sineklerin vızırtısı başlar... gösteri soytarılarıyla doludur pazar yeri!....

İnsanoğlu aktöre ve izleyici olarak ikiye parçalanır...

Duyunun arayışında verilenle yetiniyoruz...

dağın eteklerinde dans eden beden...

modern cehennem çemberi..

Jacques Brel


Kimi düşleri anlatamamanın, kimi özlemleri gerçekleştirememenin yorgunuydu. Yerleşikliği anlatıyordu çevresinde. Yıldızlara bakmayı istemiş, yıldızlara bakmayı zorlamıştı o gece. Bir kaçıştı yıldızlara bakmak, bir düşün yeniden çoğaltılmasıydı belki.

Yıllar öncesiydi.Bir savaşa girememişti mutluluk adına. Boğucu bir yerleşik olmuştu yaşadıkları. Kuşkulu bakışların acısını yaşamıştı yıllar önce. Uyumsuzluğun acılarını tanıyacaktı bir bir. Başkalığı yaşamıştı istese de istemese de. Sırtı dönük çıkmayı yeğlemişti fotoğraflarda. Yedi yaşında tanımıştı okulun sıkı düzenini. Yedi yaşında tanımıştı hiç değişmeyen o sıkı düzen biçimlerini. Yeni bir tutsaklığı
yaşayacaktı oralarda. Yıllar geçmişti. Tekdüzeliğe karşı yöneltilen bir silahtı müzik. Bir savaşım aracı bir kaçışa gidişti müzik. Müzikle bir düş dünyası yaratacaktı kendisine. Yıllar öncesiydi. Dağılır gibi olmuştu yaşam.
Daralır gibi olmuştu kimi günler ve geceler. Zaman geçiyordu ve değişen hiç bir şey olmamıştı tekdüzeliklerde. Günler tüketiliyordu tek düzeliklerde. İç dünyasının giderek kendini her geçen gün biraz daha çok hissedilen sıkıntıları vardı.
Yüreğin sesine her geçen gün biraz daha yabancılaşan, uzak kalan insan ilişkileri vardı. Yaşamak zor boyun eğilmesi yaşamak zor kabul edilensiydi geçen günler. Zaman geçecek ve her geçen gün biraz daha anlayacaktı değişmezliğin ve yerleşikliğin sıkıntıları. Umutlar, özlemler,hüzünler ve düş kırıklığıyla yaşanacaktı Yola çıkışların hüznü. Yepyeni bir güne ve yaşama doğmak. Pus. Yılların birikmiş özlemleri ardında koşmak. Denemek bir kez daha denemek.
O yüzler, o sabahlar, o tekdüzelikler. Bir yaşamın, bir yaşam biçiminin geride bırakılması. Pencereden bakar uzaklara takılır bakışları. Yıllardır umut etmişti yolculuğu, ayrılığı. İçinde kanayan bir yaradır geçmiş. Kendine bir hüzün kendine bir yalnızlıktır. Bir eksikliği gidermek içindi yola çıkış. Yerleşikliği seçmiş insanlar ölü gibiydiler. Evler,ayrılıklar ıslak sokaklar,bir bir geride bırakılan kasabalar. O yüzler, o sabahlar,o tekdüzelikler. Uyum sağlayamamıştı.
tekdüzeliğe. Bir savaşımı göze alıyordu. Zorlu tehlikeli bir savaşımı. Buruk bir hüzün kaplıyordu benliğini. Bir arayış olacaktı şarkı, uzun tehlikeli,ölümcül bir arayış. Bir bitme bir sonlamaya doğmuştur yolculuklar. Mutlu bir toplum adına geliştirilen arayışlar. Bir bozgunla dönülmüştür umut adına çıkılan seferlerde. Yeni bir yüzyıl daha başlıyordu. Kimi görüşler, inançlar adına öldürülmüş insanlar. Yüzyıl utançlarla yaşıyordu.
Yüzyıl acılarla yaşıyordu. Geleneklere karşı direnmeyi, savaşmayı göze almak hiçbir zaman bitmeyecek olan savaşım. Umut her düş kırıklığından sonra bir kez daha denenecektir. Savaşım yaşanmış hüsranlara karşı sürdürülür. Hazırlanmıştır her şey, benimsetilmeye hazırdır, toplumun yerleşik kuralları. Eziciliği vardır kanıksamaların. Gelenek ve göreneklerin bağlayıcılığı vardır. Aykırısı insanlar bu düzene kabul edilmeyeceklerdir. Boğuntulu yolları, boğuntulu yaşamları vardır çizgi dışı olanların. Bir aile olacaktır ilkin. Bir aile olacaktır kısıtlayıcılıklarıyla. Bir aile olacaktır
kapılarını kapalı tutuşlarıyla düş dünyalarına. O analar ve babalar, o başkaları, toplumun övünç toplumun güvenç kaynağıdırlar. Tutucu bir törenin savunucusu tutucu öğreticisi olacaklardır yaşamlarında. Duygular düşler öldürülmüştür bu ortamda. Anlaşılmamıştır incelikler. Bir hücredir aile, bir sürgün olmaktır kendi kendine, bir ölümdür bir uzun ölümdür yaşanılan.
Ne istediğini bilmeyen, ne için savaştığının bilincinde olmayan insanlar yetiştirecektir kuşaktan kuşağa. Hiçbir yere gidememektir ailede ölmek. Sıkıntılı ve hüzünlü bir dünyanın görüntüleri serilecektir. Bir uzağı bir bilinmede arayan çocukların gözleri önünde. Bir okul olacaktır sonra. Duygular bir kez daha yadsınmak istenecektir. Bencillikler savunulacak, bencillikler önerilecektir. Başarıya giden yolda hiç yer verilmeyecektir sevecenliklere. Belirlenmiş bir yaşam,belirlenmiş bir düzen içersinde yetiştirilecektir öğrenci. Duyarlılıklar öldürülecek hüzün yadsınacaktır.
Zorunlulukları yaşamak, zorunluluklara tutsak olmak vardır artık. Yerleşmişliği olacaktır artık o insanların. Başkalarının saygı duyduğu uğraşlar, başkalarının saygı duyduğu meslekler adına olacaktır. çalışmaları ve zorunluluklardan doğan acılar yaşanmaya başlanacaktır artık. İnsan olma adına hiç bir şey öğretilmeyen bu kasvetli yapılarda yaşanmaya başlanılacaktır. Değişmezliği seçmiş insanları yaratacaktır toplum. Yıllanmış bir dinsel törenin sapıklığında tanırız zamanla. Kısıtlayıcılıklarıyla ve engelleyicileriyle gelir din görüşü. Düşler bir kez daha öldürülecektir. Zorunluluklardan doğan acılar tekrar yaşanılacaktır.
Özlemlerinin peşinde koşanlar olacaktır. Düşlerini gerçekleştirememenin burukluğunu yaşayacaklardır. Bireyin özgürlüğünü, o küçük insanların yoğun yaşam karmaşasının altında ezilip kalmış insanlar olacaktır kimi şarkılarda. Kişiler toplumda,kişilikleri ve kendilerine özgülükleriyle değil, başarıları, ödülleri ve yaftalarıyla değerlendirilecektir. İki yüzlülük,bencillik tüm boyutlarıyla yaşanacaktır toplumun geneline. Savaşımı göze alan kahraman her geçen gün biraz daha duyum sanacak, her geçen gün biraz daha ayrımsayacaktır yalnızlığı. Bu uyumsuzluk anlatamayışı olacaktır yaşayacağı. Güçsüz ve tek başınadır çünkü; kendi kabuğundadır. Düşler sürekli olarak yaratılan düşler. Bir bir yıkılacak yeniden büyük dirençle yinelenen umutlar. Yeni bir gün
gelecektir. Yenilmezliği ve eziciliğiyle bir kez daha ayrım sanacaktır toplum.
Bir savaşımı göze almanın gereksizliği büyük bir sessizlik ve kızgınlıkla kabul edilecektir. Daha insancıl daha sevecen bir toplumu yaşayamamanın daha sevecen ve daha insancıl bir toplum oluşturulamayacak olmanın bilincine varılacaktır zamanla.
Toplumda kopmak bir çözüm,bir seçenek olarak belirecektir. Kaçışlar denenecektir,uzak yaşamların uzak özlemlerin umudu zorlanacaktır. Çok uzak bir dünyanın düşü kurulacaktır, bir çözüm bir seçenek olarak. Bir başka yalnızla yaşanmak, paylaşılmak istenilecektir. Gitmek gerekecektir bu yörelerden, boynu bükük gitmek gerekecektir artık.
"Her şeyi söyleyebilirsiniz, evet her bir başkasından öğrendiklerimizi başka şekillerde de olsa anlatabilirsiniz bir başkasına... Ama söylediğine sapına kadar inanmak ya da durup dururken ne olduğunu farkına varmak bambaşka bir meseledir. Orada insanın sınırlarını bilmesi ve bir boyun eğmişliği kabullenmesi yatar.Ama siz bunları yapamazsınız, bir dizi toplumsal anlaşmaya girmişsiniz çünkü, bundan sonrasıysa oyunculuk yeteneğinize bağlı. Çünkü rolünüzü iyi oynarsanız insan sarrafı bile sayılabilirsiniz

HERMAN HESSE


Huzurun ne olduğunu bilmeyen yalnız kurtlar büyük felaketlerle karşılaştıkları halde bitip tükenmeyen acılar çeken bu kurbanlar, boşluğun çağrısını bilmelerine rağmen bir türlü yıldızlı göğü delip geçemeyenler, geçseler dahi onun havasında boğulacaklarını bilenler, eğer ruhları yeterince kuvvetlenmemiş ve esnekleşmemişse mizah yoluyla bir uzlaşma, bir kaçış bulurlardı..

her insanın öyküsü önemli ve dünya durdukça yaşayacak tanrısal nitelik taşır,her insan yaşadığı ve doğanın istemini yerine getirdiği sürece olağanüstüdür. Her türlü dikkate ve ilgiye laiktir. Her insanda ruh bir ete, kemiğe bürünmüştür, her insanda bir canlı acı çeker, her insanda bir kurtarıcı çarmıha gerilir. Bir insanın ne olduğunu günümüzde bilenler fazla değildir. Pek çok kişi bunu sezmekte ve sezdiği için çabuk ölmeyi bilmektedir.

ALDOUS HUXLEY


Anlatılmayanı anlatmada sessizliğin ardından en yakın gelen müziktir- unutmamak gerekir ki, sessizlik tüm iyi müziğin ayrılmaz bir bölümüdür। Değişik bir biçimde, bir başka var olma düzeyinde müzik insanoğlunun en önemli, en anlatılmayan deneylerin kimine eş düşer।
Müziğin tuhaflığı tüm öteki sanatlarla bir ölçüde paylaştığı- yetkin tümler biçiminde deneylerini canlandırmasıdır. Her zaman duyduğumuz ama hiç bir zaman açıklayamadığımızı açık seçik ortaya koyduğu için sanatçıya, özellikle müzisyene, içten borçlu duyarız kendimizi.anlatıcı müziği dinlerken sanatçının özgün deneyimine ulaşamayız kuşkusuz- bizim ötemizdedir bu çünkü, müziği dinlemeden öncekinden daha iyi, daha tüm bir deneye ulaşırız. Anlatılmayanı anlatılmaması gerektiğinde, Shakespeare kalemini bırakıp müziğe dönmüştür. Ya müzikte başarısız kalırsa? Evet, işte o zaman sessizlik vardır hep sığınacak. Çünkü her zaman, her yerde sessizliktir arada kalan, sessizliktir her şeyin ötesi.
Yeni dünyada, dünyaya bilimin egemen olmasıyla insanlığın mutluluğu sağlanabileceği varsayımından yola çıkar। Bilimin doğum öncesinden başlayarak adım adım oluştuğunu, düzenlediği, mutlu toplumu bilimcilik üzerine kurulan bir dünya devletini anlatır। Dünya toplumundaki toplumsal mutluluk bireye mutluluk getiremeyecektir.


ne olduğunu bildiğini düşündüğümüz,hiç bir zaman olduğunu düşündüğümüz şey değildir.


"Fanatik, gizli bir şüphenin bedelini bilinçli bir şekilde ödeyen adamdır."

"Sizin evrende tek geliştirebileceğiniz nokta kendi kendinizdir."

"Ölümü son ana kadar takma, ve en son artık kaçmayacağın an geldiğinde bir morfin şırınga et ve komaya gir. Harikulade bir duyarlılık, ve insaniyet."

"Tamamen tutarlı olan insanlar ölülerdir."


"Fanatik, gizli bir şüphenin bedelini bilinçli bir şekilde ödeyen adamdır."

"Her insanın hafızası kendi literatürüdür."


"Trajediye katılırız, komediye ise sadece bakarız."

"Bir insan öğle yemeğinden önce karamsar bir determinist olabilirken, yemekten sonra özgür iradesinde iyimser bir insan olabilir."


"Sizin evrende tek geliştirebileceğiniz nokta kendi kendinizdir."

"Ölümü son ana kadar takma, ve en son artık kaçmayacağın an geldiğinde bir morfin şırınga et ve komaya gir. Harikulade bir duyarlılık, ve insaniyet."

"Tamamen tutarlı olan insanlar ölülerdir."

"Dünyayı değiştirmek istedim, ancak baktım ve emin oldum ki değiştirebileceğim tek şey kendimim."


ORTEGA Y. GASSET


"Yaşam değişimdir; her yeni anda daha önce olduğumuzdan farklıyızdır, dolaysıyla asla değişmez bir kesinlikle kendi kendimiz olamayız. Ancak ölüm, yeni bir değişikliğin önünü alınca, insanı bir daha değişmeyecek bir kesinlikle kendi kendisine dönüştürür, onu sonsuza değin hareketsiz bir figür yapar; demek oluyor ki onu değişmeden kurtarır ve sonsuzlaştırır.

Çevremdekilerin yaşamsal deneyimlerinin akışını izlerim. O deneyimler birbirini izlerler. O izleyişte zamandır. Öyle ki ötekinin yaşamının aktığını gördükçe, yaşamsal zamanın aktığını, geçtiğini, görür gibi olurum, çünkü saatler sayılıdır. Uzun var olma uğraşı boyunca, her insanın yaşamı bir evrensel yaşlanmanın gösterisini izler. İnsanoğlu, ister öteki olsun ister ben olayım, belirlenmiş ya da saptanmış bir varlık değildir.


Varlığı zaten var olma özgürlüğüdür. Bunun sonucunda, insan yaşadığı sürece her zaman o ana değin olduğundan farklı olabilir. Yaşamsal bilgimiz açıktır, dalgalanmaya bırakılmıştır, çünkü o bilginin konusu, yaşam, insanda zaten hep yeni olanaklara açık bir varlıktır. Hiç kuşkusuz, geçmişimiz ağırlığını üstümüzde duyurur, gelecekte şöyle olmaktansa böyle olmaya özendirir, ama bizi ne zincirler, ne sürükler. İnsan ancak öldüğünde varlığı belirlenir. "



6 Temmuz 2007 Cuma

NİLGÜN MARMARA



Kör bir olgudur zaman. Araya unutuşlar koyar. Oysa ne anlamı vardır, önce ya da sonra doğmanın/ölmenin. Yaşanan süreye anlamı ve anlamsızlığını veren insan, sözde inanmışsa, yılların bir önemi yoktur. İşte bu inançtır, zamanın ötesindeki bir dosta ulaşmanın heyecanı. Var olma ve yaratma eylemi serüveni? İnsanın ve şiirin gizemli kozmosunda arayış.

Belki de ulaşılan bir esrik alanıydı. Coşkuların var olmadığı biçimlenemediği bir alan. Belki de gitmek isteyip de gidemeyen yabancının yerleşikliğine karşın yaratılan ütopik bir alan. Kendi içine dönen, kendi içinde bulduğu yerleşikliğinde yabancılığında olmadığı gerçek ötesi bir durum. Nereye ulaşılacağını bilmeden bir
çığlık tüneli kazmak ...

ve suskuyu her şeyin karşısında öngörülmüş suskuyu. Çaresizliğin, direnemeyişin tükenişin suskusunu yazmak kalmıştı işaretleyicilere. Küçük insanların verili yaşamlar içersinde trajik oyunculuğu.

Soy dışı, gizli ve yabansı bir ayindi yaşanan. Yok olma tehditlerinin ortadan kalktığı, görece büyük bir güvenin ve huzurun yaratıldığı ve küçük insanlara sunulduğu bir ayin. Yapmamız gerekenler vardı, yapılmayanlar vardı görüp de sustuğumuz, bilip de söyleyemediklerimiz vardı.

Tükenişti. Varlığın tükendiği, çağın egemenlerine kurban edildiği anda, bir tek kişi sağ kalabilirdi o büyük cinnetin son noktasında. O ışığın özgürlüğün ve umudunda imleyeniydi. Bireyin yalnız olduğu, yalnızlığının karanlığında bir ışık aradığı, ışığın nerede ve nasıl bulunacağının ise bilinmediği yaşamda biricik ay ışığına yüklenen anlam.

yaşama ilişkin bir çok umudun da belirleyeni olabilirdi. Beden ölümünü planlamalı ve kesmeliydi soluğunu. Umutsuzluğun kara örtüsü sararken tini, teslim mi olacaktı? Yoksa umut elini bir yerde uzatıp benin direncini mi kutsayacaktı? Karanlığın sonundaki aydınlık, çığlık tünellerini kazanların olmalıydı. Bu bir direnişti. Zamanın sonsuz döngüsünde
gecenin ve günün, yaşamın ve ölümün, varlığın ve yokluğun, insanın önüne koyduğu onurlu bir direnişti.


Seslenmek ... bir dosta sesleniş.. insanın kendi sesine karşılık başka bir ses arayışı, kendi sesinin yankısını bulamazken, bir başka sese duyulan özlem... bütün kuşatılmışlıklar ve yitirilmişlikler içerisinde kendini bulmaya çalışan ben için, aramak genel bir durumdu. Aramak, neyi ve nasıl aradığını çoğu zaman bilmeden. Karmaşa içersinde belirsiz bir durum.

Bireyin özgürlüğünün ve geleceğe ilişkin tasarımların budandığı, yok edildiği bir durum. Aramak eyleminin belirleyeni olan yolculuk kavramı. Durağanlığın ve içselleştirilen çürümüşlüğün dışına çıkabilmek, dinamik ve yaratıcı olan beni bulabilmek için: gitmek.

beni yolculuğunu sürdürmek her koşulda. Her yolculuğun bir an kendine döneceği ve kapanacağını bilmenin acısıyla: gitmek...ve yitmek... başlangıcı ve sonu olmayan yalnızlığın kaçınılmazlığında. Çirkefe batmış yeryüzü, bir bataklığa lağım çukuruna dönüşmüş yeryüzü. Ve insan; bu çirkeften arınmanın yöntemini arayan insan bir çözüm bulabilecek miydi?

Yalnızlığın içersinde...asıl olan acıydı. Acı, bir varoluş biçimiydi. Bir varoluş durumuydu. Acıdan kaçınılmazdı. Acı her yerde vardı. Evrenin ve yaşamın özünde, bilinçte, duyguda ve bedende. Sevgilinin gözlerindeydi acı. Acı, varoluşsaldı. Acının varoluşa iliş kinliği, sevginin de ölümü imlemesini belirliyordu.

Efendinin ölçütleri dışında sevmek ölümü getirirdi. Verili yaşamlar içersinde sınırlandırılmış, kısıtlanmış sevgi, ölümdü. Ve aşk; ölümden önceki, kendisinin olmayan son sözleriydi zavallı benin. Çirkefe batmış, lağım çukuruna ya da bataklığa dönüşmüş, aslolanın acı olduğu, sınırlandırılmış sevgilerin ölümü imlediği bir yaşamda, her anlamı ve boyutuyla kuşatılmışlığın egemenliği kaçınılmazdı. Bütün yaşananların ve yaşanacak olanların.


belki de hiç 'in içeriği belirlenebilir... Ettiğin, toplumun, yasaların ve statükoların dayattığı verili ve kaçınılmaz olarak yaşanması gereken ve bu anlamıyla da varolma olmama çelişkisini belirleyen kara bir nokta: Hiç.

Kişisel, toplumsal, ekonomik, ettik ve yasal zorunluluklar aşklara da ket vurmaktadır. Her şey gibi aşklar da çürütülmektedir. Sevgi ve sevda sözleri çoktan unutulmuş, klişe diyaloglar ve ilişki form atlarını egemenliğini ilan etmiştir. Bir toplumda insanlar özgürce varoluşlarını gerçekleştiremiyor, düzeysizlik ve yozlaşma içerisinde tüm kötülüklerin kaynağını, mantığını kutsuyorsa, yüceltiyorsa aşk tükenmiştir artık.

JOHN ZERZAN


Anarşist ve sosyal bir eleştirmen olarak Zerzan, çalışmalarında insan üzerinde tahakküm kurma mekanizmalarının ne olduğunu, bu mekanizmaların tarihsel süreç içersinde nasıl meydana geldiğini araştırmaya çalışır.
Zerzan genel olarak uygarlığı, uygarlığın getirdiği yıkımı sembolik kültürü ve modern insanın içinde bulunduğu trajediyi sorgular.

Zerzan, yaşamımızın vazgeçilmez olgular olarak kabul ettiğimiz öğelere yeniden bakmamızı, bu olguların hayatımız üzerinde hakimiyeti nasıl kolaylaştırdığını görmemizi ister.
Yaşamımız ve insan üzerine hakimiyet ve tahakküm kuran zaman, sayılar, ve dil kavramları üzerinde durur.

Zerzana göre, tarım ve uygarlık öncesi yaşam, aslında aslında doğayla özdeşleşmenin, duygusal bilgeliğin, cinsel eşitliğin sağlığın hüküm sürdüğü bir yaşamdı. Bu durum iki buçuk milyon yıl süren bir zamanı kapsamaktadır. Fakat on bin yıl önce din adamları, rahipler, ve patronlar tarafından köleleştirilmeye başlandık. Uygarlıkla başlayan hayat özgür yaşamı yok etti. Önce doğa sonra da insanın ırzına geçildi.

Bugün insan oğlu yaşamını ve dünyamızı bir cehenneme çevirmiştir.
Dünyamızı bir yok oluşa sürükleyen insanoğlunun nasıl tehlikeli ve zararlı bir yaratığa dönüştüğünü araştırmaya çalışırken, insan oğlunun bilinen tarihinin arkasına sarkmaya çalışır. bunu yaparken de antropoloji ve arkeoloji alanlarındaki son yıllarda meydana gelen gelişme ve değişimlerden yararlanır.
Ona göre bugün insanoğlunun yaşadığı yoğun yabancılaşmasının temelinde evcilleşme, tarım, işbölümü, sanat zaman bilinci, dil yazı, sayı sistemi gibi bileşenlerin var olduğunu ifade eder.

Zerzana göre,Bugün gezegenimiz önemli tehlikelerle karşı karşıya bulunmakta çok ciddi krizlere doğru sürüklenmektedir.
İçinde bulunduğumuz global durum daha da kötüleşmekte toplumsal koşullar dayanılmaz bir hal almaktadır.

globalleşmeci kültür, yaşamı dehşet verici bir ölüm bölgesi haline getirmektedir.
Dünya üzerindeki hayvan ve bitki türleri hızla tükenmekte, ozon tabakasındaki delik gittikçe büyümekte, global ısınma artmakta, yağmur ormanları ortadan kalkmaktadır.

Dünyayı peşinden sürüklemeye çalışan sanayileşmiş batı toplumlarının yaşam alanları her geçen gün biraz daha hiper yabancılaşmaya doğru sürüklenmekte çok ciddi yıkım ve bunalımlar baş göstermektedir.

Yalnızlık, huzursuzluk, güvensizlik, saldırganlık, psikolojik sendromlar, gibi ruhsal sıkıntılar baş göstermiş, bu durum her geçen gün biraz daha katlanmaktadır.

Bireysel anlamda Mevcut kriz gittikçe kötüleşmekte, derinleşmekte toplumsal alan karşı konulmaz bir kötü yöne doğru gitmektedir.
Tekno sermaye her şeyi silip süpürmekte teknolojik yaşam kanser üretmeye devam etmektedir.

Günümüzün en saplantılı kavramlarından biri nasıl ki zaman denen maddi gerçeklik ise kendinden menkul zaman anlayışı da sosyal yaşamın ilk yalanı olmuştur.

İnsan doğadan kopmadan önce zaman diye bir şey yoktu. Bu can alcı şeyleşme zamanın başlangıcı, yani yabancılaşmanın ve tarihin başlangıcını teşkil eder. Topluluktan çıkıp uygarlığa varan akışın kendisi de zamana dayanmaktadır.
Zaman teknolojinin temel dili tahakkümün temel ruhudur.

Zamandan başlayarak tarihe,oradan ilerlemeye, ilerlemeden de ölümcül bir gelecek putperestliğine dönüşen bu akış günümüzde türleri dilleri, kültürleri ve neredeyse tüm doğal dünyayı öldürmektedir.”